top of page

Arama Sonuçları

"" için 198 öge bulundu

  • Io Capitano/Kaptan Benim

    Matteo Garrone’den, şiirsel bir İtalyanca’yla donatılmış bir film beklemeyin. Senegal’den İtalya’ya varmaya çalışan bir Afrika filmi izletiyor Garrone bizlere. Dogman filmiyle seviyeyi bende çok yükseğe çıkarttığı için bu filmi aşırı sevemedim. Bununla birlikte, düşündürdükleri ve hissettirdikleri dikkate değer. Konu, çok ilginç değil: insan ticareti, göçmen kaçakçılığı, Afrika insanlarının bizlere hem çok yabancı hem çok aşina olan üzücü dünyaları… Göçler yüzyılında göç filmi çekmekle acaba ödül almak mı hedeflenmiş diye insanın aklına gelmiyor değil. Ancak, beyaz adamın, Afrika’ya çektirdikleri dışında; bu kez, Afrikalıların, kendilerine daha yakın ve yine ezilmiş birileri tarafından eziyete uğratıldıklarını görmek bende farklı bir dehşet uyandırdı. Avrupa’nın sömürüsüne alışkın beyinlerimiz, zayıfın daha zayıfı ezmesinde, açıklanamaz bir tutarsızlık yakalıyor olsa gerek. Ben, filmdeki uçma metaforlarını sevemedim. Hayatın gerçeklerine bu kadar odaklanmış bir filmde yersiz buldum. Benzer şekilde, işkenceci abilerin vasat işkence sahnelerinin, seyirciye dehşetli anlar yaşatıp puan toplamak maksadıyla konduğunu hissettim. Elbette, filmde temsili gösterilen ve sahnesel anlamda eleştirdiğim bu olaylar fazlasıyla gerçek; göçmenler konusunda, ırkçılıksa ırkçılık mottosuyla, tüm dünya ülkeleri olarak nefrette birleşmiş durumdayız. Zaten filmin de beni üzen noktası, bana ne diyerek geri plana attığım hususları, bilinç seviyeme çıkarması oldu. Filmin zirvesi, teknede insan karmaşasının yaşandığı sahne. Bayılan, kusan, havale geçiren, doğuran, kavga eden, azıcık temiz suyu paylaşamayıp döken insan yığını arasında zavallı bir çaresizlikle anlaşma sağlamaya çabalayan 16 yaşındaki bir çocuk. Empati kurmak imkansıza yakın, ama yine de oradaymışım gibi hissetmeye çok yaklaştığım bir sahneydi. Kalp atış hızımın da bana verdiği yetkiye dayanarak gasparvari bir sahne olduğunu iddia ediyorum. Filmin net bir sonu yok. Başrol Seydou’nun gözlerinin içiyle canlandırdığı mükemmel oyunculuğun etkisi ve filmin sonuna hâkim olan sevinç havası nedeniyle, İtalyan kıyılarına ulaştıklarını, kendilerine yardım geldiğini düşünmek istiyoruz. Ama maalesef gerçek hayatta, çok fazla kötü örnek görmüş bulunmaktayız. Boğulsunlar da gelmesinler diye botları delinen mültecileri, sınırlarda sivillerin üzerine sıkılan kurşunları, kurtulur umuduyla sınırın üstünden fırlatılan bebekleri, kucağında çocuğuyla kaçan insanlara takılan çelmeleri düşündüğümüzde muhtemelen Garrone de tıpkı Seydou'ya Unicef tşörtü giydirmesinde yakaladığımız gibi, utandı bu filmi net bir mutlu sonla bitirmekten.

  • Madame Web Kimdir? - Örümcek Adam'ın Müttefiği

    Cassandra Webb ya da daha çok bilinen adıyla Madame Web, Marvel Comics'in Örümcek Adam evreninde önemli bir rol oynayan gizemli bir karakterdir. Görme engelli ve yaşlı bir kadın olmasına rağmen, Madame Web olağanüstü psişik yeteneklere sahip bir kahindir. Geleceği görebilme, telepati ve telekinezi gibi güçleri onu Örümcek Adam ve diğer kahramanlar için paha biçilmez bir müttefik haline getirir. Cassandra Webb, mutasyona uğramış bir mutant olarak dünyaya gelir. Bu mutasyon ona telepatik ve telekinetik yetenekler kazandırır. Yaşlandıkça, Cassandra'nın güçleri artar ve geleceği görme yeteneği gelişir. Kendisini "Madame Web" olarak adlandırmaya başlar ve bir kahin olarak ün kazanır. Madame Web ilk olarak 1980 yılında The Amazing Spider-Man #210 sayısında Örümcek Adam ile tanışır. Örümcek Adam'a bir kaçırılma olayını çözmesi için yardım eder ve zamanla onun önemli bir müttefiki haline gelir. Madame Web, Örümcek Adam'a gelecekle ilgili vizyonlar göstererek onu tehlikelere karşı uyarır ve doğru yolu seçmesine yardımcı olur. Madame Web'in, sahip olduğu güçler nedeniyle birçok düşmanı da vardır. En önemli düşmanlarından biri, Örümcek Adam'ın en büyük düşmanlarından biri olan Kingpin'dir. Kingpin, Madame Web'in güçlerini kendi çıkarları için kullanmak ister ve onu kaçırmaya çalışır. Madame Web'in diğer düşmanları arasında Morlun, Spiral ve Shathra gibi mistik ve güçlü varlıklar da yer alır. Madame Web, Örümcek Adam evreninde bir rehber ve danışman rolü oynar. Kahramanlara gelecekle ilgili vizyonlar göstererek onları doğru yönlendirir ve tehlikelere karşı uyarır. Aynı zamanda, diğer kahramanlar arasında bir bağlantı noktası görevi görür ve onları ortak bir amaç için bir araya getirir. Madame Web'in Güçleri: Telepati: Madame Web, başkalarının zihinlerini okuyabilir ve onlarla telepatik olarak iletişim kurabilir. Telekinezi: Madame Web, zihin gücüyle nesneleri hareket ettirebilir. Geleceği Görme: Madame Web, gelecekle ilgili vizyonlar görebilir. Astral Projeksiyon: Madame Web, astral bedenini bedeninden ayırarak başka diyarlara seyahat edebilir

  • Fantastik filmlerin taçsız kralı: Yılmaz Atadeniz ile mülakat (2016)

    2016 yılında, yüksek lisans tezimin araştırma konusu hakkında kendisiyle mülakat yapmak için yanına gitmiştim. Maksadım, Yeşilçam döneminde ve dijital dönemde film yapmış yönetmen, görüntü yönetmenlerinin, iki nesil arasındaki dönüşümün teknik analizini yapmak ve ileriye doğru film teknolojilerinin projeksiyonunu ortaya koymaktı. Kendisiyle dernekte buluştuğumda, sadece mülakata değil; bütün bir Yeşilçam külliyatına bakışta bulunacağımızı anladım. Kendisi, film dünyasına tutkuyla bağlıydı. Geçtiğimiz Aralık ayında (2023) vefat ettiğinde 91 yaşındaymış. Buluştuğumuzda 84 yaşında olmalı. Bu yaşına rağmen o tutkuyla bir uzun metraj çekebilecek haldeydi. Evde dinlenmek veya yaşıtları gibi kendi hastalıklarıyla meşgul olmak yerine derneğe sıklıkla gelip, bizim gibi gençlere sabırla yardımcı olması gerçekten takdir edilesi ve kıskanılası. Umarım hayatımın sonlarında aynı tutkuya ve sağlığa sahip olabilirim. 2016’da kendisiyle yaptığım mülakattan: Eskiden Yılmaz GÜNEY olsun, İzzet GÜNAY olsun, Cüneyt ARKIN olsun veya Ekrem BORA olsun… Bunların hiçbiri kendi sesiyle kendilerini seslendirmemişlerdir. Şehir tiyatrosu aktörleri gelir, seslendirir. Bunları seslendirmek için de ekseriyetle Abdurrahman PALAY, Esen ve Hayri Beyler gelirdi şehir tiyatrosundan. Sami AYANOĞLU veya Agah HÜNLER bizim sessiz çektiğimiz o filmlere kendi sesleriyle can verdiler. Şehir tiyatrosunda bulunan aktörlerin, bizim o siyah beyaz filmlerimize seslendirerek hayat vermeleri inanılmaz bir güzellikte ve muhteşem bir olaydır. En basiti, Ferdi TAYFUR denen adam, o orijinal filmler Laurel-Hardy‟yi ve Arşak Palabıyıkyan‟ı seslendirerek rekorlar kırmıştır. Ferdi TAYFUR, aynı zamanda üç kişiyi birden konuşuyordu, aynı anda. İnanılmaz bir beceri gösteriyorlardı. Amerikalılar, Türkiye’de oynayan Laurel-Hardy filmlerinin, dünyanın her yerinde oynadıkları halde Türkiye’de çok büyük iş yapma nedenini merak etmişler. Türkiye’ye, İstanbul’a geldiler. O filmleri seyredip halkın tepkisini ölçtükleri zaman, neden Türkiye’de çok tutulduğunu anladılar. Sebep, Ferdi TAYFUR denen kişinin çok mükemmel şekilde taklitlerle Laurel Hardyleri canlandırıyor olmasıydı. Halk bunları çok seviyordu. Yani parça bozulduğu zaman o Yorgo İLYADİS dediğimiz ağabeyimiz, kardeşimiz müthiş bir beceri gösterir ve plağı geri alır, o parçayı tekrar seslendirir ve bunları birbirine eklediğiniz zaman müthiş bir becerinin eseri olduğunu görürsünüz. Ama Türkiye’de biz maalesef o yüz yirmilik kutular var ya, onlardan otuz beş kutu ile iki bin sekiz yüz metrelik bir filmi hazırlayıp sinemada gösterimine hazırlıyorduk. Sebep ne, sebep de şu; o devirde maalesef Türkiye’nin dövizi yoktu ve biz ticaret bakanına gidip “Bakanım, bizim ham filmimiz yok. Ham film getirir misiniz?” dediğimiz zaman o ticaret bakanı “Çocuklar, lütfen benim yerimde olun. Devletin dövizi yok. Ben sinema filmi mi getireyim yoksa benim yerime geçip röntgen filmi mi getireyim.” Diyordu. Tabii ki sağlık sorunu girince biz otomatikman o elimizdeki imkanlarla film çekmeye uğraşıyorduk. O yüzden o imkansızlıklarla oluşmuş Yeşilçam Sineması inanılmaz bir şeydir ve şimdiki sinemacıların kıymetini bilmesi gerekir. Analog dönemde çalışırken bir çekim işleminin yayına/perdeye girme sürecini anlatır mısınız? Filmler çekilir, filmler çekildikten sonra laborant dediğimiz kişi gelir; orada çekilen negatif, banyoya elde sokulurdu. şimdi bu (Kilink İstanbul’da film setinden bir fotoğraf) stüdyo içerisinde çekilmiştir. Burada tamburun üstüne bağlı hanımı görüyorsunuz. O tambur, çekilen yıkanmış negatifin kuruması için dönecek malzemedir. Raptiye ile ona tutturulur ve bu dönerek o filmin kurumasını sağlar. Kuruduktan sonra üstünde su lekeleri olduğu için ispirtolu bir güderi ile o su lekeleri alınır. Ondan sonra o kurumuş negatif iş kopyası olarak basılır, pozitife basılır. Negatif, depoya kaldırılır. Negatif, o çekilen filmin en kıymetli maddesidir ve o çalışma kopyası iş kopyası haline gelip çalışmaya başlandığı zaman senaryodaki çekimlere göre klaketler verilerek bunların montajda kolayca bağlanması, senaryoya göre bağlanmasına da kurgu diyoruz. Kurgulandığını düşünün, kurgulandıktan sonra gerekli revizyonlar yapılır ve filmi seslendirmeye, o zaman sessiz filmler çekiliyor ses bandı yok elimizde, dublaja gider. Film parçalanır yani; bir filmi en az 150-200 parçaya böleriz ve bunların hepsini oradaki oyunculara göre tiyatrocular gelir seslendirir. Seslendirme kısmı bittikten sonra filmleri, o parça parça filmlerin, senkronu yani eşleşmesi yapılır. Ses ile resmin senkron olarak oturması sağlanır ve o devirde ses mühendisleri aynı anda filmi çekerken, dublaja girmişken, sesli çekilmediği için hem efekt sesleri aynı anda hem konuşmacılar aynı anda hem silah varsa silah sesleri aynı anda bunlara monte edilir. Daha ileriki tekniklerde bu müzik ve efektler ayrı ayrı bantlara işlenecek sonra mix edilecektir. Bu müthiş bir kolaylık sağlıyordu. Yani bir filmi seslendirirken o resimde görülen dört kişiye o mikrofonun yanında o seslendirmeyi senkron olarak yaparlar ve aynı anda da müzik verilir. Daha ileriki günlerde, Şimdi SP ve yahut yaptığımız dijital sistemde çok kolaylık sağlanmıştır. Yani bir aktör yalnız, konuşan kişi o aktörü seslendirir film boyunca sonra hepsi birbirlerine mix edilir. Bütün bu becerileri düşündüğünüz zaman o siyah beyaz filmlerin nasıl meydana geldiğine hayretler içerisinde kalırsınız. En basiti jenerik yazıları siyah kartonlara beyaz yazılar olarak yazılır, negatife çekilir ve onlar, yazılar süperpaso resmin üstüne koyulur. Süperpaso dediğimiz, o resmin üstüne yazıların çıkmasıdır. Daha sonra Özdemir ÖĞÜT, bunların jenerik olarak, çok güzel bir kamera vardı Debri dediğimiz Fransız yapımı bir Debri makinede filmi geri alarak bunların geçme geçme olmasını sağladı. Şimdiden Özdemir Öğüt yani VİPSAŞ‟ın şu an sahibi olan arkadaşımız bu becerileri göstermiş kişidir. Yani kısacası film seslendirmeden çıktıktan sonra, senkronlar bittikten sonra sinemada oynayacak revizyona sahip olur. Resimlerin, seslerin üste düşmesi veya gerekli montaj fazlalıklarının atılması sinemada oynayacak hale getirir. Bitirdikten sonra negatif montaja geçilir. Hani o yıkayıp depoya kaldırdığımız negatifler tek tek stopları ve klaketlerinden kesilir, rafa kağıtların içerisinde her metrede üç tane fit olur, fit yazısıyla halledilir ve negatif montajı yapıldıktan sonra negatif ses de vardır ve bunlar eşlenerek matbaaya iner pozitif kopya basılması sayesinde sinemada seyredeceğimiz kopya meydana gelir. Bütün bunları geçeceğiz, dijitale geldiğimiz zaman çok basit. Bir filmin kurgusu bittiği zaman dijitalde ve bunun negatife transferi olduğu zaman o filmin montajı kadar negatif harcanır ama çekimlerde biliyorsunuz on bin metre beş bin metre film çekilir. O kısıtlı bütçelerle yani otuz beş kutu ile, Lütfi abi bile yüz elli kutu bulduğu zaman yüz yirmilik bayram yapıyordu. Çünkü tekrar çekemiyorduk. Yaptığımız yanlışları tekrar çekerek düzeltme imkânımız yoktu. Ama dijitale geçtiğimiz zaman inanılmaz bir bolluktaydık. İstediğin kadar filmi çekiyorsun yani iki yüz kutuluk malzemeyi çekiyorsun sonra kurguya giriyorsun. Türlü türlü fazla çekilmiş planların var ve bu kısıtlı devrelerde o bahsettiğiniz siyah beyaz filmleri çekildi ve orada film en son kutuya kalmışız, bir yüz yirmilik var. Final sahnesi çekeceğiz. “Çocuklar bakın, provayı yaptık. Bozmadan bitirin.” Derdik ve oyuncular büyük bir hassasiyet ve samimiyet ile o yüz yirmi metre ile finali çektiğimiz zaman hepimiz rahat ederdik. Yani o siyah beyaz filmlerin kalitesini şimdiki rahatlıkta bulmak çok zor.

  • Mandalorian & Grogu Filmi Geliyor!

    En sevilen Star Wars yapımları arasında olan Mandalorian dizisinde harika iki karakterle tanışmıştık. Din Djarin ve Grogu ikilisine tüm izleyiciler hayran kalmıştı. Bu sevilen ikiliyi, 3 sezonda ve Boba Feth serisinde izleyip, harika maceralarına eşlik etmiştik. Bugün ise güzel bir haber aldık, bu maceralar devam ediyor. Dave Filoni'nin geliştirdiği "Mandalorian & Grogu" filmi 2024 yılı içinde prodüksiyona girecek. 2025 sonu beyaz perdede bizimle olacağını tahmin ediyorum. Bu yeni filmin duyurusu beni çok heyecanlandırdı. Çünkü Dave Filoni'nin dünyasından yapımlar her zaman çok iyi oluyorlar. Mandalor dünyasına daha da yakından bakacağımız için de heyecanlıyım aynı zamanda. Sadece Mandalorian & Grogu değil, Ahsoka yeni sezonu ve birçok yeni film de geliştirilmeye devam ediyor. Sizler ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda buluşalım dostlar.

  • İşte 81. Altın Küre Kazananları...

    En İyi Film, Dram “Oppenheimer” “Killers of the Flower Moon” “Maestro” “Past Lives” “The Zone of Interest” “Anatomy of a Fall” En İyi Film, Müzikal veya Komedi “Barbie” “Poor Things” “American Fiction” “The Holdovers” “May December” “Air” En İyi Yönetmen, Sinema Filmi Bradley Cooper — “Maestro” Greta Gerwig — “Barbie” Yorgos Lanthimos — “Poor Things” Christopher Nolan — “Oppenheimer” Martin Scorsese — “Killers of the Flower Moon” Celine Song — “Past Lives” En İyi Senaryo, Sinema Filmi “Barbie” — Greta Gerwig, Noah Baumbach “Poor Things” — Tony McNamara “Oppenheimer” — Christopher Nolan “Killers of the Flower Moon” — Eric Roth, Martin Scorsese “Past Lives” — Celine Song “Anatomy of a Fall” — Justine Triet, Arthur Harari Sinema Filmi En İyi Erkek Oyuncu, Dram Bradley Cooper — “Maestro” Cillian Murphy — “Oppenheimer” Leonardo DiCaprio — “Killers of the Flower Moon” Colman Domingo — “Rustin” Andrew Scott — “All of Us Strangers” Barry Keoghan — “Saltburn” Sinema Filmi En İyi Kadın Oyuncu, Dram Lily Gladstone — “Killers of the Flower Moon” Carey Mulligan — “Maestro” Sandra Hüller — “Anatomy of a Fall” Annette Bening — “Nyad” Greta Lee — “Past Lives” Cailee Spaeny — “Priscilla” Sinema Filmi En İyi Kadın Oyuncu, Müzikal veya Komedi Fantasia Barrino — “The Color Purple” Jennifer Lawrence — “No Hard Feelings” Natalie Portman — “May December” Alma Pöysti — “Fallen Leaves” Margot Robbie — “Barbie” Emma Stone — “Poor Things” Sinema Filmi En İyi Erkek Oyuncu, Müzikal veya Komedi Nicolas Cage — “Dream Scenario” Timothée Chalamet — “Wonka” Matt Damon — “Air” Paul Giamatti — “The Holdovers” Joaquin Phoenix — “Beau Is Afraid” Jeffrey Wright — “American Fiction” En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, Sinema Filmi Willem Dafoe — “Poor Things” Robert DeNiro — “Killers of the Flower Moon” Robert Downey Jr. — “Oppenheimer” Ryan Gosling — “Barbie” Charles Melton — “May December” Mark Ruffalo — “Poor Things” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, Sinema Filmi Emily Blunt — “Oppenheimer” Danielle Brooks — “The Color Purple” Jodie Foster — “Nyad” Julianne Moore — “May December” Rosamund Pike — “Saltburn” Da’Vine Joy Randolph — “The Holdovers” En İyi Televizyon Dizisi, Dram “1923” “The Crown” “The Diplomat” “The Last of Us” “The Morning Show” “Succession” En İyi Televizyon Dizisi, Müzikal veya Komedi “The Bear” “Ted Lasso” “Abbott Elementary” “Jury Duty” “Only Murders in the Building” “Barry” Televizyon Dizisi En İyi Erkek Oyuncu, Dram Pedro Pascal — “The Last of Us” Kieran Culkin — “Succession” Jeremy Strong — “Succession” Brian Cox — “Succession” Gary Oldman — “Slow Horses” Dominic West — “The Crown” Televizyon Dizisi En İyi Kadın Oyuncu, Dram Helen Mirren — “1923” Bella Ramsey — “The Last of Us” Keri Russell — “The Diplomat” Sarah Snook — “Succession” Imelda Staunton — “The Crown” Emma Stone — “The Curse” Televizyon Dizisi En İyi Kadın Oyuncu, Müzikal veya Komedi Ayo Edebiri — “The Bear” Natasha Lyonne — “Poker Face” Quinta Brunson — “Abbott Elementary” Rachel Brosnahan — “The Marvelous Mrs. Maisel” Selena Gomez — “Only Murders in the Building” Elle Fanning – “The Great” Televizyon Dizisi En İyi Erkek Oyuncu, Müzikal veya Komedi Bill Hader — “Barry” Steve Martin — “Only Murders in the Building” Martin Short — “Only Murders in the Building” Jason Segel — “Shrinking” Jason Sudeikis — “Ted Lasso” Jeremy Allen White — “The Bear” Televizyon Dizisi En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Billy Crudup — “The Morning Show” Matthew Macfadyen — “Succession” James Marsden — “Jury Duty” Ebon Moss-Bachrach — “The Bear” Alan Ruck — “Succession” Alexander Skarsgård — “Succession” Televizyon Dizisi En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Elizabeth Debicki — “The Crown” Abby Elliott — “The Bear” Christina Ricci — “Yellowjackets” J. Smith-Cameron — “Succession” Meryl Streep — “Only Murders in the Building” Hannah Waddingham — “Ted Lasso” En İyi Mini Dizi, Antoloji Dizisi veya Televizyon İçin Yapılmış Sinema Filmi “Beef” “Lessons in Chemistry” “Daisy Jones & the Six” “All the Light We Cannot See” “Fellow Travelers” “Fargo” En İyi Erkek Oyuncu - Televizyon İçin Yapılmış Sinema Filmi, Mini Dizi veya Antoloji Dizisi Matt Bomer — “Fellow Travelers” Sam Claflin — “Daisy Jones & the Six” Jon Hamm — “Fargo” Woody Harrelson — “White House Plumbers” David Oyelowo — “Lawmen: Bass Reeves” Steven Yeun — “Beef” En İyi Kadın Oyuncu - Televizyon İçin Yapılmış Sinema Filmi, Mini Dizi veya Antoloji Dizisi Riley Keough — “Daisy Jones & the Six” Brie Larson — “Lessons in Chemistry” Elizabeth Olsen — “Love and Death” Juno Temple — “Fargo” Rachel Weisz — “Dead Ringers” Ali Wong — “Beef” En İyi Orijinal Müzik, Sinema Filmi Ludwig Göransson — “Oppenheimer” Jerskin Fendrix — “Poor Things” Robbie Robertson — “Killers of the Flower Moon” Mica Levi — “The Zone of Interest” Daniel Pemberton — “Spider-Man: Across the Spider-Verse” Joe Hisaishi — “The Boy and the Heron” İngilizce Olmayan En İyi Film “Anatomy of a Fall” — Fransa “Fallen Leaves” — Finlandiya “Io Capitano” — İtalya “Past Lives” — ABD “Society of the Snow” — İspanya “The Zone of Interest” — Birleşik Krallık En İyi Orijinal Şarkı, Sinema Filmi “Barbie” — “What Was I Made For?” Billie Eilish ve Finneas “Barbie” — “Dance the Night” Caroline Ailin, Dua Lipa, Mark Ronson ve Andrew Wyatt “She Came to Me” — “Addicted to Romance” Bruce Springsteen ve Patti Scialfa “The Super Mario Bros. Movie” — “Peaches” Jack Black, Aaron Horvath, Michael Jelenic, Eric Osmond, ve John Spiker “Barbie” — “I’m Just Ken” Mark Ronson, Andrew Wyatt “Rustin” — “Road to Freedom”Lenny Kravitz En İyi Film, Animasyon “The Boy and the Heron” “Elemental” “Spider-Man: Across the Spider-Verse” “The Super Mario Bros. Movie” “Suzume” “Wish” Stand-Up Komedi veya Televizyon Dalında En İyi Performans Ricky Gervais — “Ricky Gervais: Armageddon” Trevor Noah — “Trevor Noah: Where Was I” Chris Rock — “Chris Rock: Selective Outrage” Amy Schumer — “Amy Schumer: Emergency Contact” Sarah Silverman — “Sarah Silverman: Someone You Love” Wanda Sykes — “Wanda Sykes: I’m an Entertainer” Sinema ve Gişe Başarısı “Barbie” “Guardians of the Galaxy Vol. 3” “John Wick: Chapter 4” “Mission: Impossible — Dead Reckoning Part One” “Oppenheimer” “Spider-Man: Across the Spider-Verse” “The Super Mario Bros. Movie” “Taylor Swift: The Eras Tour”

  • What If 2. Sezon Neden Türkiye’de Yok? Disney Plus

    Marvel’ın en sevilen animasyon serisi geçtiğimiz yıl ilk sezonuyla yayımlanmıştı. 2023 yılı sonunda 2. Sezonu duyurulan What If, tüm hayranlarını sabırsız beklentiye soktu ve sonunda, dünyaya gösterimlerini 21 Aralık’ta yaptı. Fakat Türkiye’deki Marvel hayranları hayal kırıklığı yaşadılar; neredeyse 1 hafta geçti ve dizi ülkemizde yayımlanmadı. Henüz resmi bir açıklama yok, fakat sizlere dizinin ülkemizde yayımlanmamasının sebebiyle ilgili kendi tahminimden bahsetmek istiyorum. İlk olarak bu dizi noel temasına sahip olduğu için ülkemizde RTÜK tarafından engellendiği görüşündeyim. Ya da henüz dublajları tamamlanmamış olduğu için diyebilirim. (Bu biraz imkansız; dublajlar yapılacağı için zaten dizi, erkenden verilirdi stüdyolara)

  • The Marvels - Analizi / İncelemesi

    Dizilerle beraber yeni karakterlere merhaba dediğimiz bu dönem, Marvel’ın gerileme dönemlerinden biriydi. Bütçelerin yanlış kullanılması, kötü CGI veya saçmalayan senaryolar… Fakat bu filmle Marvel heyecanı yükseltiyor. The Marvels filmi Quantumania ,Thor ve Dr. Strange filmlerinden çok çok daha iyi bir yapım olmuş. İçerik olarak incelediğimde muazzam bir Marvel filmi diyebilirim. Her zamanki gibi eğlendirdi ve evreni daha da genişletti. Tamamen ara doldurmalık filmdi bu. Gerekli bir film mi? Evet gerekli bence. ŞİMDİ SPOILER ZAMANI Filmlerin temaları bazen karanlık bazen de çok renkli (çocukça değil, RENKLİ!!!) olabiliyor Marvel’da. Eternals ve Ms. Marvel’ın karşılaştırılması gibi düşünün. Ama hepsi mükemmel bir uyum içerisinde. The Marvels, bizlere aslında bir aile filmi sunuyor. Olay örgüsü, bir ailenin birliğini anlatırken; büyük, ortanca ve küçük kız kardeş ilişkilerine tanık oluyoruz. Gerçekten bu filmin konusuna girmeyeceğim, çok saçmaydı. Kreeler oraya saldırmışmış, Captain Marvel da el atmışmış… Bana zorlama bir senaryo gibi geldi. Asıl konuşmamız gereken konu, bu filmin, evreni nasıl etkilediğidir. İlk olarak, Valkyrie’nin, Captain Marvel ile kanka (bence sevgililer ;D) olduğunu öğrendik. Carol onu arıyor. Hemen yanına geliyor. Carol’ın kurtardığı birkaç düzine Skrull’u güvenli bir yere götürüyor. Bence, New Asgard’a götürüyor veya yeni bir yere. Bu yeni bir Thor filmine veya Secret Invasion'ın yeni sezonuna hazırlıktır. Skrullarla insanlar fena savaşa girecekler eminim. İkinci olarak, bahsetmek istediğim, Dar-Benn’in ikinci büyülü-cinli bilekliği bulması... O ikinci bileklik de Kamala’nın eline geçti. Artık çok daha güçlü. Ya cinlerle savaşacak ya da Thunderbolts’u mu kuracak demeliyim? Belki de Young Avengers… Filmin kapanışında, Kate Bishop ve Pizza ekrana gelince çok heyecanlandım. Gerçekten yepyeni ekip kuruluyor ve herkes bir araya gelecek. Thunderbolts yapımı da şu an 2024 aralık veya 2025 ilk çeyreğinde çıkacak gibi duruyor. Üçüncü gözlemim ise... Uzayda bir yarık oluşturmak için kree bir kadının (yani Dar-Benn) ortaya çıkması gerekmiyor. Bu filmin asıl amacı… Bakın, büyük ve kalın yazacağım: BU FİLMİN ASIL AMACI, BU PORTALI AÇMAKTI. Portal açılsın ki başka evrene geçelim. Başka evrene geçelim ki X-Men ile karşılaşalım. Yaaaaaaa. İşte burada heyecanlandı her izleyici. X-Men’den Beast bizi karşıladı. Uzaydaki o yarıktan içeri giren Monica orada kaldı. O evrende de bizim Dünyalılar onu buldu. Monica gözünü açtığında ilk annesini görüyoruz. Öldü sandık hepsini ama öyle değil. Sağlık merkezi gibi bir yerde… Dr. Strange filminde gördüğümüz Rambeau’nun bir varyantı ve yanında Beast. Ya şu an bu yazıyı da büyük bir heyecanla yazıyorum. O kadar harika bir Aftercredits ki bu… Film heyecanlı olduğu için 3.5/5 puan verdim. Hikayesi gereksizdi ve sadece X-Men’leri göstermek için yarık açmak için bahaneydi bu senaryo. O kadar saçmaydı ki Koreli abimiz Park Seo-joon’u harcamışlar. Saçma sapan müzik söyleyen insanlarla Indıan-Barbieland gezegeni gördük. O Koreli abimiz burada prens ve Carol ile evliler. Carol burada bu adamla evli, Dünya’da Valkyrie ile sevgili. Neler olmuş biz Carol’u görmeyeli. Nick Fury yine uzay işlerine devam ediyor. Bu kadar :D Biçimsel olarak incelediğimde, dediğim gibi senaryo çok zorlama; resmen bilinç akışı yazıp her şeyi birleştirmişler. Açıkta kalan konular var ve hikaye, olay örgüsü tamamlanmıyor. Hatta en can sıkıcı olay, Monica'nın saçma bir teori uydurup, herkesin ona "aaa olabilir bak, çok zekisin sen" demesiydi. Kamala'nın ninesinin bilekliklerinin sırrı ve nasıl çalıştığı, kuantum cart curt... Nasıl üçünün de birbiriyle yer değiştirdikleri hakkında saçma konuşmalar gördük. Evet, fark ettim de bayağı kötü bir film. Ama Dr. Strange MOM kadar değil. Ben gerçekten sıkıldım Marvel’dan. Konular bitmiyor evet. Güzel de yapıyorlar. Ama yoruldum. Sanırım bir de Loki yazısı yazıp emekli olmayı düşünüyorum. Artık bu fantastik ve kurgu dünyaların, geçici bir zevk verdiğini ve beynimi boşuna yorduğumu fark ettim. GERÇEK savaşların olduğu ve gerçek insanlarla bir arada yaşadığım dünyaya uyum sağlayamadım. Gerçekleri göremiyorum. Bir sinemacıyım. Film izleyemiyorum, hatta işim gereği film çekemiyorum, senaryo yazıp okuyamıyorum artık. Gün sonunda pişmanlıklarımı yenme isteğiyle içimi bu yazıya döktüm. Keşke diyorum bazen... Kaderim böyleymiş.

  • Loki 3. Sezon Gelecek Mi? Loki Bitti Mi?

    Marvel'ın en başarılı Disney Plus serisi olan Loki 2. sezonun son bölümü 10 Kasım 2023'te yayımlandı. İlk sezona göre izlenme oranları düşse de yine en harika yapımlar arasında yer almayı başardı. Sürekli hayranları tarafından dillerde. İlk sezonda Kang'in (Fatih'in, Geriye Kalanın; birçok ismi var) gerçekten çok güçlü varlık olduğunu ve her şeyi yapabildiğini görmüştük. Ant-Man and The Wasp : Quantumania filminde de Kang'in 616 varyantıyla tanışmıştık. Fakat kendisi sürgündeydi ve çoklu evrenleri yönetebilen 616 evreni kahramanları tarafından kolayca yok edilebilmişti. Loki'nin ikinci sezonunda da Profesör Timely ile tanıştık. Bu sayede Kang'in varyantlarının nereden geldiği, nasıl yetiştiği konusunda da bilgimiz oldu. Kang'in yenilmez olmadığını da öğrendik. Önemli olan sadece zaman... Zamanın nasıl işlediğini anlayınca her şey mümkün hale geliyor. Bu andan itibaren biraz spoilerlı konuşacağım, bilginiz olsun. İlk sezonda Kang'i ve TVA'nın ne olduğunu öğrenmiştik. Çoklu evrenlerin, korkutucu derecede fazla olduğu ve bunların düzeninin çok önemli olduğunu bizlere sunmuşlardı. İkinci sezon, bu düzen bozulduğunda neler olacağını bizlere gösterdi. Aslında tamamen 616 evreninde göreceğimiz Secret Wars'a bir hazırlıktır bu. Evrenlerin birleşmesi ve sonucunda neler olacağı bizlere sunulacak. Loki'nin yaratıcı ekiplerinin yaptığı açıklamaya göre;"1. sezon hikayenin yarısıydı, 2. sezon da diğer yarısı. Bizim için tamamlandı. Sonrası ne olur bilmiyoruz." Hep, Loki'nin 616 evrenine dahil olacağını düşünürken şimdi bu biraz zor gibi görünüyor. Dizinin sonunda, zamanda kayma sorununu çözen Loki, artık uzay ve zamanı bükebildiği için Kang'in tahtına geçti. Tüm zaman çizgilerini kendi eliyle güvende tuttuğu hâle büründü Loki. Artık, evrenlerdeki insanlar ölmüyor ve Kang'in soykırımı sona ermiş durumda. Hatta artık bahsedilen sonsuz Kang varyantları da yetişmiyor. Dediğim gibi artık taht Loki'de. Benim görüşlerime göre Kang Dynasty filminde büyük bir ayaklanma olacak. Quantumania filminde ölen Kang varyantı çok dikkat çekmişti. Çoklu evrenleri yöneten bu evrenden korkmuştu Kangler. Hatta sadece Kangler değil TVA'da da raporlandı bu. Dizinin sonunda Mobius'un hazırladığı rapora göre 616 evreninde bir Kang varyantı olay çıkartmış. Bu, ya AntMan filmine bir göndermeydi ya da Kangler 616 evrenine savaş açmış durumda; Avengers'ın beşinci filmindeki savaş yaşanıyor olabilir. Bunu erkenden gördüler. Çünkü istedikleri evrenin istedikleri zamanına gidebiliyorlar artık. Evrenlerin birleşmesinin korkunç olduğunu söylemiştim, fakat bu olacak biliyorsunuz. Hatta bunun hazırlığını The Marvel filminin sonunda gördük. Aynı, No Way Home filmindeki gibi yırtıklar oluştu ve evrenler arası geçişler başladı. 616'dan başka bir evrene geçen Monica'yı izledik. Orada yaşayan süper kahraman annesi Cap Rabuae ile karşılaştı. Bizleri şaşırtan olay bu değil, yanında bir X-Men olmasıydı. Beast bizlere merhaba dedi. Yeni evrenler yeni kahramanları bir araya getirecek ve harika savaşlar çıkacak. Bozulan evrenleri düzeltmesi için de One Abone All gelip Marvel Evrenini yeni düzenine sokacak. Böylece sıfırlanmış film evreni de elde edeceğiz. Başlıktaki sorunun cevabını vereyim. Loki 3. sezon bence gelmeyecek. Gelmemesi gerekiyor zaten.

  • Aquaman 2 Kaç After Credits Sahnesi Var?

    5 yılın ardından devam filmini izlediğimiz DC'nin Aquman filminde sadece 1 after credits sahnesi olduğunu söylemek isterim. Yazıyı uzatmaya gerek yok sahne olup olmadığını öğrenip kapayacaksınız zaten sayfayı. Ama gitmeden önce bizleri takip etmeyi unutmayın! Aquman'i analiz ettiğimizde haberdar olun!

  • Sorun Yaratan Adam

    Türkçesi "Sorun Yaratan Adam"olan bu film, hayatımızı ne kadar yüzeysel şeyler üzerine kurduğumuzu ve kendimizi bu şekilde avutmaya çalıştığımızı gözler önüne sermiş. Film için çağımız toplumunun portresi diyebiliriz. Filmdeki insanlar, pürüzsüz bir hayat yaşamak istiyorlar ve hiçbir şey onları rahatsız etmiyor. Fakat burada insanlar, her türlü duygudan ve tattan yoksunlar. Karakterlerin saçından tutun da giyimlerine, hareketlerine kadar her şey robotik. Yemekler tatsız, insan ilişkileri kopuk ve çıkara dayanıyor. Aşk kavramı yok, çocuk yok; aşk, salt cinselliğe ya da çıkara indirgenmiş. İnsani olan her şeyden yoksun bir dünya tasarlanmıştır. Bu, bilerek ve isteyerek yapılmıştır. Duygu öylesine yok olmuştur ki fıtratından kopamayan Andreas, onu, çalışmadığı için kovan patronunun vedasında bile ona sımsıkı sarılarak tepki verir. O kopamamıştır, onlar gibi olamamıştır. Patronuna içten sarılır; bu, karşısındaki için hiçbir şey ifade etmez; ama o insan kalmıştır ve direnir. Filmde insan fıtratından uzak, kendine ve doğasına yabancılaşmış insanı görüyoruz. Mimik çok azdır, karakterler duyguları alınmışçasına robotlaşmışlardır. Filmi izlerken aklınıza Samsara ve Baraka belgeseli, Truman Show filmi geliyor; ama bu filmin başka bir yerden çıktığını fark ediyorsunuz; bu, farklı bir tat. Sonra, İzlanda yapımı olduğu geliyor aklınıza… Filmin müziği, sahnelere göre öyle iyi ve yerinde ki Andreas’ın sıkışmışlığını bize göstermeye yardımcı olurken, kaçış yolu bulduğunda bir şahlanış, yeniden doğuş gibi duvarlara vurduğu balyozla ritim buluyor. İçindeki heyecanı, umudu müzikle dahi çok iyi yansıtmış yönetmen Jens Lien. Kamera hareketleri ve yavaş sahneler, bu hayatın tüm sıkıcılığını ve yine Andres’in içindeki bitmişliği hissetmemize çok yardımcı oluyor ve kahramanımız, bir kurtuluş yolu bulduğunda kamera hareketleri de buna eşlik edip daha ritmik bir hal alıyor. Hızlı müziğe eşlik eden hızlı kamera hareketleri ve hızlı kurgu ile,"işte şimdi bu sıkıcı hayattan kurtuluyoruz" dedirtiyor. Bize yakın, ama oldukça uzak olan bu dünyada insanın değeri, çalışmasıyla ölçülür. Çalışıyor ve işe yarıyorsa oldukça değerlidir. Fakat bu değer, sevgi ya da insani herhangi bir değer değildir; misal, odasına yeni bir bilgisayar alınır veya sandalyesi değiştirilebilir. Günümüz kapitalist dünyasında olduğu gibi, işleyen çarkın aksamayan bir parçası olmayı kabul etmelidir birey. Sokaklar aslında bize çok yabancı değildir. Doğaya ait ham bir şeyden eser yoktur. Ağaç yoktur, toprak yoktur, kuş sesi yoktur; kısacası, bozulmamış hiçbir şey yoktur. Sokakta, yolları temizleyen aracın sesi oldukça rahatsız edici olmasına rağmen bu ses kimseyi rahatsız etmiyor gibi görünür. Kim nasıl alıştırdı bu insanları, sadece bu kareden bile insanın, doğasına ne denli yabancılaştığını açıkça görebiliyoruz. Yabancılaşmayı yaşamış biri için burası ideal olan yerdir, her şey rayındadır. Zaten kahramanımız dışında herkes, her şeyi doğal karşılar; asıl anlam veremedikleri, Andreas’in tavırlarıdır. O, gayet rayında ve tıkırında olan bu düzenin sorun yaratanıdır. Andreas, etrafındaki işlere, yapılanlara anlam verememektedir; yaptığı işi anlamsız bulur; bütün gün ne yaptığını niçin yaptığını bile bilmez. Dahası, şirketin ne iş yaptığını, niçin koşuşturduğunu bile bilmez. Andreas, bir makinenin bir parçası gibi kendinden habersiz, emeğine yabancılaşmıştır. Öyle ki kağıt kesen makinenin çalışma mantığını anlamaya çalışırken parmağını keser, şaşırır; bu alet sadece kağıdı kesmiyormuş!!! Parmağını kesilmiş, yerde kanlar içinde gören Andreas kanlar şok yaşar, korkar; fakat etrafını saranlar olayı o kadar normal karşılar ki burada anlarız: insanlık yok olmuş, korkmak, endişe duymak, acı, merhamet yok olmuştur. Andreas ‘’üniformalı düzen sağlayıcılarının‘’ aracında, kendine gelirken ona yardım edenlerle sıcak ilişki kurmaya çalışır; yaptığı şeyden dolayı özür diler. Fakat bunlar sağır, dilsiz, sadece işine programlanmış, etten kemikten kişilerdir. Kesilen parmak, olduğu gibi yerine dikilmiştir; yaratıldığı gibi mükemmeldir. Acaba insan Tanrılaştı mı? Öyleyse o artık insan değildir. Tanrı olması mümkün değilse ne oldu? Bana göre, günümüzde de insan Tanrılaşmaya çalışır; ama sadece, insan olmaktan uzaklaşmaktadır. Her şeyi bilmeye, her şeyi görmeye, ölümsüz olmaya çalışan insan, gün gelmiş eski haline savaş açmıştır. Onu eski, geri, kötü, ilkel olarak görmüş ve ondan kopmaya çalışmıştır. Başarmıştır da. Evet, insan ''eski'' halinden kopmuştur. Peki bu bir zafer midir? Bizlere hep şu söylendi: ‘’insanı hayvandan ayıran şey, sahip olduğu aklıdır’'. Kendimizi ilahlaştırıp ve biyolojik olarak çok da farklı olmadığımız hayvanların, kendimiz için var olduğunu düşünerek; çoğu zaman eziyet ederek, kendi çıkarımız için yok ettik, yedik, öldürdük veya yaşam alanı bırakmadık. Diğer canlılara göre aklımızı daha fazla kullanabiliyor olmamız bizi dünyanın tek sahibi yaptı. Zamanla, duygularını yitiren insan körelmeye başlamıştır. Çünkü biliyoruz ki var etmenin, üretmenin temeli hayal etmektir; duyguları harekete geçirebilmektir. Bunu sanat eserlerinde daha çıplak görebiliyoruz; misal, eski şiirlerin, sanat eserlerinin derin anlamlarını, derin duygularını şimdi yapılan hangi sanatta bulabiliriz? Evet, insanlık ilerlemeye çalıştıkça dibe vurmuştur; aklın esiri olup özünü kaybetmiştir. Bu anlamda film, bize bunu sorgulatır. Bir metro istasyonunda, sanki annemizin karnında görmüş gibi o kadar hızla baş etmeyi kim öğretti? Tek bir kılıf olmayı, aynı konuşmayı, yediklerimizin tadını kim öğretti? İnsan, kendine bambaşka bir dünya kurmuştur ve ilerlediğini sanır ama insanlıktan çıkmıştır; o artık başka bir şeydir. Gelgelelim Andreas‘e... Kendine, özüne yabancılaşmış, bu dünyaya ayak uyduramayan, sorun çıkaran adamımız, bunlarla baş edemez; kaçmaya çalışır fakat kaçamaz. Biz nasıl bazen sarsılıp gerçeği gördüğümüzde mecbur olduğumuz o işi bırakamıyor, anlamsız yaşantımızda bize şart koşulmuş meşgalelerden kaçamıyorsak; o da kaçamadı. Onu getiren otobüsün arkasında koşarak ona yetişmeye çalıştı, ama ileride ne öyle bir otobüs ne de bir yol vardı. Andreas için bu anlamsızlıktan kurtulmanın tek yolu ölümdür. Çalışmaya ve geri kalan zamanını anlamız sohbetlere ayırmaya mahkum bırakılmıştır. Çevresinde huzura dair hiçbir şey yoktur. Tıpkı bizler gibi... Düşünün ki kaç kişi sevdiği işi yapıyor ya da yaptığı işi biliyor. İş dışında geri kalan tüm zamanımızı, verilen parayı harcamakla geçiyoruz. O mobilyanın kahve tonlu olması, on santim daha yüksekte, kenarlarının deri olmaması ve eve katacağı hava, duvar renginin bunlara uyumu gerekli mi gerçekten? Yani anlayacağınız, hayatımız tüketmekle geçiyor, ‘’tükenene kadar tüketeceksin‘’ kaçışın yok. ‘’Bak ne güzel işin var, iyi giyimlisin, mutlu olmalısın, düşünme çalış ve tüket…" Andreas, umutsuz hayatında bir ışık görür. Bodrum katından gelen müzik sesidir bu ve peşine düşer. Uyumsuz adamımızın yine bir başkaldırışıdır bu. Duvar deliğinden gelen müziğe yönelir. Bu, onun asıl doğasıdır aslında ve oraya gitmek ister, tüm gücüyle çabalar ama başaramaz. Orası anne rahmidir, gerçek doğasıdır; bozulmamışlığın, asıllığın yeridir. Duvarı kırıp alabildiği bir parça kek, Andreas’in hatırlamasıdır aslında; olması gerekeni, burada fark eder. Fakat oraya tekrar gitmesi de imkansızdır. Çocuk sesleri, kuş cıvıltıları, taptaze sebzelerle bir mutfak, masada sıcacık mis kokan bir kek... Andreas büyülenmiştir, tüm düşünceleri orada şekilleniverir. Kadın yok olmuştur artık, sistem kadını yok etmiştir. Normalde, duygu dolu olması gereken kadın erkekleştirilmiştir. Aşk kavramının bir erkek için bir şey ifade etmemesi normal karşılanır, fakat bir kadının bu duyguya yabancılaşmasını görüyoruz burada. Eğer kadını erkekleştirirseniz onu yok ederseniz. Filmde Andreas’i en çok kadınlar şaşırtır. O, bu duygusuz yaşamdan bir kadına sığınarak kurtulmaya çalışır; fakat karşısına çıkan tüm kadınlar onu anlayamayacak kadar benliğinden, özünden kopmuştur. İzlerken bir şeyler dank eder bu filmde. Gerçek hayatta yok olan kadını, burada çıplak olarak görüyoruz. Tüm bu anlamsızlıklardan kurtulmak çok mu zordur? İyice dibe battık da çıkamaz durumda mıyız? Bu anlamda karamsardır bu film. Nitekim ölmeyi bile beceremez uyumsuz adamımız. Burası onun için bir hapishaneden farksızdır. Burası onun cehennemidir. Bu kurulu düzene ayak uyduramayan uyumsuz adamımız toplumda istenmez artık. Tıpkı panoptikon gibi toplumun dışına itilir. O bir cüzamlı veya bir vebalı gibidir. Öyle geldiği gibi güzellikle, sevecenlikle değildir gitmesi. Eğer böyle olmazsan, ayak uydurmazsan gideceğin yer ya akıl hastanesidir ya da hapishane. Nitekim kahramanımız Andreas de geldiği otobüsün bagajında bizim göremediğimiz bir yere atılır.

  • Altın Küre Adayları Açıklandı!

    81. Altın Küre adayları açıklandı! Film kategorisinde Barbie, Altın Küre'yi de domine etmiş gözüküyor :) 2. sırada tahmin edeceğimiz gibi Oppenheimer yer alıyor. Dizi kategorisinde ise Succession son sezonuyla 9 adaylık elde etti. The Bear ve Only Murders in the Building de Succession'un arkasından gelen diziler arasında yer aldı. Netflix 28 adaylık elde ederken Warner Bros ise 27 adaylık elde etti. Geçen senelerden değişik olarak bu sene 5 yerine 6 adaylık olacak. 2 yeni kategori de eklendi, 'Televizyon Stand-Up Komedisi En İyi Performans' ve 'Sinema ve Gişe Başarısı'. Ödül töreni 8 Ocak'ta gerçekleşecek. İşte adaylıklar... En İyi Film, Dram “Oppenheimer” “Killers of the Flower Moon” “Maestro” “Past Lives” “The Zone of Interest” “Anatomy of a Fall” En İyi Film, Müzikal veya Komedi “Barbie” “Poor Things” “American Fiction” “The Holdovers” “May December” “Air” En İyi Yönetmen, Sinema Filmi Bradley Cooper — “Maestro” Greta Gerwig — “Barbie” Yorgos Lanthimos — “Poor Things” Christopher Nolan — “Oppenheimer” Martin Scorsese — “Killers of the Flower Moon” Celine Song — “Past Lives” En İyi Senaryo, Sinema Filmi “Barbie” — Greta Gerwig, Noah Baumbach “Poor Things” — Tony McNamara “Oppenheimer” — Christopher Nolan “Killers of the Flower Moon” — Eric Roth, Martin Scorsese “Past Lives” — Celine Song “Anatomy of a Fall” — Justine Triet, Arthur Harari Sinema Filmi En İyi Erkek Oyuncu, Dram Bradley Cooper — “Maestro” Cillian Murphy — “Oppenheimer” Leonardo DiCaprio — “Killers of the Flower Moon” Colman Domingo — “Rustin” Andrew Scott — “All of Us Strangers” Barry Keoghan — “Saltburn” Sinema Filmi En İyi Kadın Oyuncu, Dram Lily Gladstone — “Killers of the Flower Moon” Carey Mulligan — “Maestro” Sandra Hüller — “Anatomy of a Fall” Annette Bening — “Nyad” Greta Lee — “Past Lives” Cailee Spaeny — “Priscilla” Sinema Filmi En İyi Kadın Oyuncu, Müzikal veya Komedi Fantasia Barrino — “The Color Purple” Jennifer Lawrence — “No Hard Feelings” Natalie Portman — “May December” Alma Pöysti — “Fallen Leaves” Margot Robbie — “Barbie” Emma Stone — “Poor Things” Sinema Filmi En İyi Erkek Oyuncu, Müzikal veya Komedi Nicolas Cage — “Dream Scenario” Timothée Chalamet — “Wonka” Matt Damon — “Air” Paul Giamatti — “The Holdovers” Joaquin Phoenix — “Beau Is Afraid” Jeffrey Wright — “American Fiction” En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, Sinema Filmi Willem Dafoe — “Poor Things” Robert DeNiro — “Killers of the Flower Moon” Robert Downey Jr. — “Oppenheimer” Ryan Gosling — “Barbie” Charles Melton — “May December” Mark Ruffalo — “Poor Things” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu, Sinema Filmi Emily Blunt — “Oppenheimer” Danielle Brooks — “The Color Purple” Jodie Foster — “Nyad” Julianne Moore — “May December” Rosamund Pike — “Saltburn” Da’Vine Joy Randolph — “The Holdovers” En İyi Televizyon Dizisi, Dram “1923” “The Crown” “The Diplomat” “The Last of Us” “The Morning Show” “Succession” En İyi Televizyon Dizisi, Müzikal veya Komedi “The Bear” “Ted Lasso” “Abbott Elementary” “Jury Duty” “Only Murders in the Building” “Barry” Televizyon Dizisi En İyi Erkek Oyuncu, Dram Pedro Pascal — “The Last of Us” Kieran Culkin — “Succession” Jeremy Strong — “Succession” Brian Cox — “Succession” Gary Oldman — “Slow Horses” Dominic West — “The Crown” Televizyon Dizisi En İyi Kadın Oyuncu, Dram Helen Mirren — “1923” Bella Ramsey — “The Last of Us” Keri Russell — “The Diplomat” Sarah Snook — “Succession” Imelda Staunton — “The Crown” Emma Stone — “The Curse” Televizyon Dizisi En İyi Kadın Oyuncu, Müzikal veya Komedi Ayo Edebiri — “The Bear” Natasha Lyonne — “Poker Face” Quinta Brunson — “Abbott Elementary” Rachel Brosnahan — “The Marvelous Mrs. Maisel” Selena Gomez — “Only Murders in the Building” Elle Fanning – “The Great” Televizyon Dizisi En İyi Erkek Oyuncu, Müzikal veya Komedi Bill Hader — “Barry” Steve Martin — “Only Murders in the Building” Martin Short — “Only Murders in the Building” Jason Segel — “Shrinking” Jason Sudeikis — “Ted Lasso” Jeremy Allen White — “The Bear” Televizyon Dizisi En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Billy Crudup — “The Morning Show” Matthew Macfadyen — “Succession” James Marsden — “Jury Duty” Ebon Moss-Bachrach — “The Bear” Alan Ruck — “Succession” Alexander Skarsgård — “Succession” Televizyon Dizisi En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Elizabeth Debicki — “The Crown” Abby Elliott — “The Bear” Christina Ricci — “Yellowjackets” J. Smith-Cameron — “Succession” Meryl Streep — “Only Murders in the Building” Hannah Waddingham — “Ted Lasso” En İyi Mini Dizi, Antoloji Dizisi veya Televizyon İçin Yapılmış Sinema Filmi “Beef” “Lessons in Chemistry” “Daisy Jones & the Six” “All the Light We Cannot See” “Fellow Travelers” “Fargo” En İyi Erkek Oyuncu - Televizyon İçin Yapılmış Sinema Filmi, Mini Dizi veya Antoloji Dizisi Matt Bomer — “Fellow Travelers” Sam Claflin — “Daisy Jones & the Six” Jon Hamm — “Fargo” Woody Harrelson — “White House Plumbers” David Oyelowo — “Lawmen: Bass Reeves” Steven Yeun — “Beef” En İyi Kadın Oyuncu - Televizyon İçin Yapılmış Sinema Filmi, Mini Dizi veya Antoloji Dizisi Riley Keough — “Daisy Jones & the Six” Brie Larson — “Lessons in Chemistry” Elizabeth Olsen — “Love and Death” Juno Temple — “Fargo” Rachel Weisz — “Dead Ringers” Ali Wong — “Beef” En İyi Orijinal Müzik, Sinema Filmi Ludwig Göransson — “Oppenheimer” Jerskin Fendrix — “Poor Things” Robbie Robertson — “Killers of the Flower Moon” Mica Levi — “The Zone of Interest” Daniel Pemberton — “Spider-Man: Across the Spider-Verse” Joe Hisaishi — “The Boy and the Heron” İngilizce Olmayan En İyi Film “Anatomy of a Fall” (Neon) — Fransa “Fallen Leaves” — Finlandiya “Io Capitano” — İtalya “Past Lives” — ABD “Society of the Snow” — İspanya “The Zone of Interest” — Birleşik Krallık En İyi Orijinal Şarkı, Sinema Filmi “Barbie” — “What Was I Made For?” Billie Eilish ve Finneas “Barbie” — “Dance the Night” Caroline Ailin, Dua Lipa, Mark Ronson ve Andrew Wyatt “She Came to Me” — “Addicted to Romance” Bruce Springsteen ve Patti Scialfa “The Super Mario Bros. Movie” — “Peaches” Jack Black, Aaron Horvath, Michael Jelenic, Eric Osmond, ve John Spiker “Barbie” — “I’m Just Ken” Mark Ronson, Andrew Wyatt “Rustin” — “Road to Freedom”Lenny Kravitz En İyi Film, Animasyon “The Boy and the Heron” “Elemental” “Spider-Man: Across the Spider-Verse” “The Super Mario Bros. Movie” “Suzume” “Wish” Stand-Up Komedi veya Televizyon Dalında En İyi Performans Ricky Gervais — “Ricky Gervais: Armageddon” Trevor Noah — “Trevor Noah: Where Was I” Chris Rock — “Chris Rock: Selective Outrage” Amy Schumer — “Amy Schumer: Emergency Contact” Sarah Silverman — “Sarah Silverman: Someone You Love” Wanda Sykes — “Wanda Sykes: I’m an Entertainer” Sinema ve Gişe Başarısı “Barbie” “Guardians of the Galaxy Vol. 3” “John Wick: Chapter 4” “Mission: Impossible — Dead Reckoning Part One” “Oppenheimer” “Spider-Man: Across the Spider-Verse” “The Super Mario Bros. Movie” “Taylor Swift: The Eras Tour”

  • Anatomie D'une Chute/Bir Düşüşün Anatomisi

    Justine Triet yönetmenliğinde, 2023 yapımı, Altın Palmiye’yi kapmış bir Fransız filmi. Başrolde, metanetiyle, sakinliğiyle ve zaman zaman soğuk nevaleliğiyle, belki de gerçekten Alman olması nedeniyle rolüne bu kadar güzel bürünen Sandra Hüller’i izliyoruz. O ne filmdi yahu. Yanlış anlaşılmasın, filme kesinlikle ölüp bitmedim; Altın Palmiye’yi hak ettiğini de düşünmüyorum, naçizane. Ama ilişkisel bazda, kadının mı yoksa adamın mı haklı olduğu tartışmasını derinlemesine yaptırıp; sonra, bir çıkar yol bulmamıza da izin vermemesini çok sevdim. Gerçi, gözlemlediğim kadarıyla, kadın izleyiciler kadına, erkek izleyiciler adama hak vermeye; her iki taraf da karşı tarafın asıl manipülatör olduğunu iddia etmeye meyilli. Ama ben bu kadar kolay karar veremeyerek, kadından da adamdan da ayrı ayrı nefret ettim. Adam, çoğu erkek kadar yıpratıcı bir saldırganlığa sahip. Hele bir soluklan, bir sakin ol da ne derdin olduğunu anlayalım be adam neden bağırıp duvarları yumrukluyorsun? Çok mu bunaldın, ev işlerinden gına mı geldi, vakitsizlikten kitabını mı yazamıyorsun? Çocuğa artık biraz da sen bak kadın, benim vakte ihtiyacım var de. Yok, illa bir etrafı kırma dökme. Vay efendim sen zaten şöylesin böylesin, arkadaşlarıma gülümsemezsin, gudubetsin. Ben kendi ülkemde yaşamak istiyorum demişsin, kadın kalkmış gelmiş; çocuğumu kendim evde eğitmek istiyorum demişsin, kadın tamam demiş; Fransa'ya taşındığımız yetmedi, dağın başındaki eve gidelim ben tadilatla kafamı boşaltıp kitabımı yazmak istiyorum demişsin, kadın eksi yirmi dereceye tıkılmış kalmış, hala kadını suçluyorsun. Bu da klasik, karaktersiz insan davranışıdır zaten. Verdiği karardan pişman olunca, kendine toz konduramadığı için ya hemen karşı tarafa yüklenip sindirmeye çalışır ya da ilk fırsatta, gelmeseydin o zaman kardeşim ayağı çeker. Adam katıksız manipülatör. İkisinin de ana dili olmayan İngilizce'de karar kılmışlar; adam diyor ki benim dilimi öğrenmedin, çocuğumla Fransızca konuşmuyorsun. Gerçek bir Ali Kıran Baş Kesen. Gelelim kadına. Kadın da az saman altından su yürüten değil, tam bir Skyler White. Uçan kuşa da yazmazsın be kadın. Kocasının daha yedisi çıkmamış, avukatın ağzının içine düşer, flörtöz flörtöz konuşur, kadeh tokuşturur; eve röportaj yapmaya gelen kadına bile yazılır; zaten adamı da daha önce kadınlarla aldatmış. El insaf, oğlun kör olmuş, kocan ben kör ettim diye vicdan azabından erimiş, depresyondan intihar edecek seviyeye gelmiş bu ne hız, ne bu vicdansızlık? Adamda zaten tutunacak dal kalmamış, sen neden onun fikrini çalıp, en büyük hayali olan kitabı yazıp onunla ünlü oluyorsun? Adama moral olsun diye ortak yazarlı kitap olarak yayımlatmak bu kadar mı zor? Nerede kaldı iyi günde kötü günde, hastalıkta sağlıkta, mutlulukta ve kederde ortaklık? Evdeki garibim sesi soluğu çıkmayan oğlanı da zaten evlilik birliği temelinden sarsılmış bu çift, birbirinin üstüne ata ata sokak ortasında bırakıp kör etmiş; kadın durumu sineye çekmiş adam sindirememiş. Ben, adamı, kadının öldürmüş olabileceğini; ama eş oranda, adamın intihar etmiş de olabileceğini düşündüm. Çünkü kadından soğukkanlı katil imajını aldığım kadar, adamda da intihar edebilecek psikolojik çöküntüyü hissettim. Görme engelli oğlan da sanki son ana kadar bu çelişkiyi yaşadı. En sonunda babasız kalmışken, köpeğini de az kalsın bu uğurda kaybedecekken annesini affetti ve kendisini de inandırdığı bir masal uydurup annesini kurtardı. En son sahnede, annesini bağrına basan sarılmasında bunu görüyoruz; o yaşta çocuk, ağlayarak annesinin göğsüne yatacağına, annesini kendi göğsüne bastırıyor, affettim seni der gibisinden. Gelelim filmdeki hukuki fahiş hatalara. Tabii, filme Türk hukukunu uygulayamayız da Fransız ceza hukuku da bizden temel farklılıklar içermiyor bildiğim kadarıyla. Bu kadar saldırgan bir savcı görülmüş duyulmuş şey değil. İngiltere veya ABD’de geçmiyor bu film, Kıta Avrupası’nda geçiyor; hem Fransa hem Türkiye bu hukuk sistemine tabi. Türk ceza hukukunda savcı, hem aleyhe hem lehe delilleri toplar; soruşturmayı, maddi gerçeği açığa çıkarmak adına yürütür; kafasındaki suç şüphesi yıkıldıysa beraat talep eder ve asla ama asla bilirkişileri, tanıkları ve sanığı yönlendiremez. Bize yansıtılan, ne biçim bir sistemdir ya da bize magazin olsun diye mi öyle yansıtılmıştır ki Johnny Sins kılıklı savcı, duruşmalarda terör estirmiştir? Anneyi hapse attırmaya yemin etmiştir, öyle bir inanmıştır davasına. Adeta çömez avukatlar gibi, kendini davanın tarafı yerine koymuştur. Olacak iş değil. Bir de tabii, kanunsuz delil meselesi var. Adam, haber vermeden karısıyla ev içi konuşmaları, seks muhabbetine varana kadar kaydetmiş; sonra duruşmada, bunları yedi düvel dinliyor. Bizdeki Hortum Süleyman böyle hukuka aykırı delil yaratmadı. Fransa, kişisel verilere, özel hayatın gizliliğine pek değer atfetmiyor sanırım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi duymasın. Yani demem odur ki, mesleki deformasyon nedeniyle sanırım bazı insanlar bazı filmleri hiç izlememeliler. Onun dışında, izleyende oluşturduğu çelişkililik açısından doyurucu bir film.

bottom of page