top of page
Yazarın fotoğrafıSu Evci

The Crown 5. Sezon: Yatlar, Röportajlar & Boşanma

(Spoiler İçerir)

The Crown 5. Sezon ile ilgili beklentilerimi tam burada bu sitede paylaşalı bir ay oldu ve ben hazırlıksız yakalanmışım meğer. Beklediğimden çok daha fazla ve çok daha azdı. 90'lardan kesintiler ve tarihi olaylar bekliyordum; ama daha çok, sarayın içinde olup bitenleri izledim. Daha önceki sezonlar için de aynısını beklemiştim hep ve yine Kraliyet Ailesi draması ile karşılaşmıştım. Dizinin adı, kelimenin tam anlamıyla, Kraliyet Ailesi'nin hikayesini anlatan The Crown (Taç) iken neden daha fazlasını beklemeye devam ettiğimi bilmiyorum. Sanırım tarihi olayları o kadar iyi ve detaylı anlatabiliyorlar ki, bunun Kraliyet Ailesi ile ilgili bir dizi olması gerektiğini unutuyorum. En sevdiğim bölüm "Mou Mou"oldu ve ilginç bir şekilde Kraliyet dışındaki insanların hikayesini anlatıyordu. 8,5 puanla da IMDB'de en çok oyu o bölüm aldı. Sanırım Peter Morgan'a, başka bir tarihsel dramaya ihtiyacımız olduğunu söylemenin zamanı geldi. Kesinlikle 60'lar-2000'ler arasında geçen tarihi bir dizi olmalı, 2. Dünya Savaşı'nı içeren hiçbir medya türüne sabrım yok. Çok fazla oldu. Yeter, gerçekten.




Bu sezonu tıpkı önceki sezonlarda olduğu gibi The Crown tarzında; çok iyi yapılmış, iyi yazılmış ve iyi çekilmiş buldum. Tüm oyuncu kadrosunun yeni olmasına rağmen aynı dizi olduğunu anlayabiliyorsun. "Mou Mou", "Couple 31" ve "Annus Horribilis" gibi bazı bölümler daha çok öne çıkmış. Sevmediğim şeylerden biri, muhtemelen kimsenin umurunda olmadığından emin olduğum Kraliyet Yatı ile yavaş başlangıç ​​ve "Ipatiev Evi"nin başlangıcındaki tüyler ürpertici sahneydi. Tüm bölüm rahatsız ediciydi, ortaya konulan emeğin hayranıydım ama hikayenin değil. Bilmem gerekmeyen savaşın, egonun ve siyasetin çirkin bir olayı idi sadece... Rus politikacıları es geçmeyelim. Yeltsin'in, kraliçenin YANINDA kraliçenin arkasından konuştuğu sahne komikti.


Kraliçenin, doktorla olan randevusuyla başlayan açılışa bayıldım. "Kadroyu değiştirdik! Artık yaşlılar!" demenin güzel bir yoluydu. Monarşi için de bir metafor olduğunu düşünüyorum. Sanki monarşi de kraliçe gibi yaşlanıyor ve sağlık sorunları yaşıyordu. Diğer kraliçeler ve krallar, hüküm sürdükleri yıllarda muhtemelen bu kadar şiddetli bir sosyal değişimle karşılaşmamıştırlar. Elizabeth hepsini gördü. Savaş, Komünizm, Liberalizm, Küreselleşme, Teknoloji vb. 1950'lerden beri bir kraliçe. Bir süre sonra bu kadar yeniliğe ayak uyduramamanın çok normal olduğunu düşünüyorum ve bu sezonun temel argümanlarından biri de buydu. Değişen bir dünyada, eski bir zihniyetle, birden fazla ülkeye nasıl liderlik edebilirsiniz? Son bölümde bunu daha iyi anladık. Kraliyet yatı Britannia hizmet dışı bırakıldı, Kraliçe yandaşı John Major yerini Tony Blair'e bıraktı ve Hong Kong nihayet İngiliz sömürgeciliğinden kurtuldu. (Hong Kong sahnesinin çekimlerine bayıldım, eklemek isterim.) Sarayın dışında yoksulluk içinde yaşayan insanlar varken kraliçe değerli yatı için endişeleniyordu. Bu 1800'lerde mantıklı gelebilirdi ancak 1990'lardayız. Bağımsız ülkelerden ve insan haklarından bahsediyoruz. Charles'ın "Yeni Britanya"ya inanan modern bir kraliyet üyesi olduğuna da inanmamız gerekiyor güya. Sanırım kendisini "modern" olarak görüyor; çünkü yasak ilişkisi, boşanması ve Camillagate (kirli telefon görüşmesi) ile kiliseye ve monarşiye meydan okudu. Sevgili Charles, "Yeni Britanya" gerçekleşseydi, sahip olduğun servetin ve ayrıcalığın yarısına bile sahip olamayacaktın ve muhtemelen görüşünü de sana sormayacaktık. Dizinin modern zamanlarda monarşinin yerini sorgulamasına gerçekten sevindim. William kanal değiştirirken 90'ların TV kanallarını biraz izlemek bile bir zevkti, ta ki büyükannesinin isteği üzerine sıkıcı BBC'ye dönene kadar...


Prens Philip ve yakın aile dostunun, kendilerine yeni bir hobi bulmasıyla ilgili bölüme gelen eleştiriler kadar aldırış etmedim. Sanki Kraliyet ailesinden üyeler değil de yas tutan genç bir kadın ve hayattan zevk alan yaşlı bir adamı izliyordum. Bu da beni ayrıca mutlu etti; normalde, bulundukları durum gereği zerre kadar eğlendiklerini göremeyiz, yas tutmalı ve yaşlı davranmalılardır (artık toplumda ne anlama geliyorsa) Bu açıdan bölüm hoşuma gitti.




İtibarını kurtarmak için röportaj yaptığı ve "görünüşe göre" farklı insanları destekleyen bir vakıf kurduğunu gösteren Prens Charles bölümünden emin değilim. Camilla ile kirli görüşmeleri halka sızdığı için üzülmemiz bekleniyor bir de. Sırf Dominic West yakışıklı diye sempatim artmayacak, bunu yemeyeceğim sevgili The Crown. (Charles hiçbir şekilde onun kadar karizmatik değildi. Dizinin ne yapmaya çalıştığını anlıyorum. Beni Josh ile bir kez sınadılar ve hala sınamaya devam ediyorlar.) Hiç kimsenin tamamen beyaz veya tamamen siyah olmadığını kesinlikle biliyorum. Charles gerçek hayatta iyi bir insan olabilir (onu gerçek hayatta tanımıyorum, yargılayacak kadar yaşamadım/bilmiyorum) ama en iyi kraliyet üyeleri kulübünde olmadığı bir gerçek. Skandal, halka sızdıktan sonra bölümü, Charles'ın hayır işlerini göstererek bitirmek saçmaydı. Amaç ona sempati duymamızı sağlamak değilse ne anlamı vardı? Bilmiyorum, Charles konusunda kafam çok karışık; kurban mı yoksa kötü adam mı? Hatta belki ikisi de. Dizi de karar vermeme yardımcı olmuyor. Kesin olan bir şey var ki, kendisi ve Camilla hakkında bir şeyler kulağa yanlış geliyor ve yanlış görünüyor? Belki de aşk böyledir; zorluklara meydan okumak ve yanlış kişiye aşık olmak. Bunu da bilmiyorum; bu yazının, benim, The Crown'un 5. Sezonunu incelememle ilgili olması gerekiyordu. Evet, bölümün son kısmını biraz saçma buldum; derneğe, farklı olmakla ilgili bir konuşma yaptığı yer mesela. Charles'ın konuşmasını dinleyen seyirci hiçbir zaman Charles kadar ayrıcalıklı olmayacak (veya bu durumda Charles karakteri kadar, çünkü tam olarak onun sözleri miydi bilmiyorum.) Charles'ın bahsettiği farklılık çok ayrı ve yanlış, ayrıca bu kendi seçimi. Yine de onun breakdance yapmaya çalıştığı videoyu her zaman sevmişimdir; bu yüzden belki de affedildin, The Crown.






Charles olamayacak kadar yakışıklı olduğu konusunda hemfikiriz bence.


Sezondaki en iyi hikayelerden biri, Prenses Margaret ve Peter Townsend'in yeniden bir araya gelmesi olabilir. Bunun olacağını biliyordum ama anlatılma şekli çok güzeldi. Margaret'in 16 yaşındaymış gibi heyecanlanması, ablasına en sonunda isyan etmesi ve yaşlı çiftin son bir kez dans etmesi... Eski sezon sahnelerini göstermeleri de çok güzeldi, delicesine aşık olduklarını unutmuştum. Dürüst olmak gerekirse Margaret'ı seviyorum. İçinde olduğu sahneleri izlemek çok zevkli.


Diana'ya gelince, ne zaman onunla ilgili bir şey olsa, ekrana bağımlıydım. Nedenini bilmiyorum ama onun hayatı hakkında her şeyi öğrenmek istiyorum. Hayranlık duymak ve anlamaya çalışmak gibi bir hayranlık bu, ürkütücü bir şekilde değil. Nasıl kötü muamele gördü ve bununla nasıl başa çıktı, gördüğü muameleyi hak etti mi? Bunlar daha önce kendime sorduğum sorulardı. Onunla aynı zaman diliminde yaşamadım, bu yüzden her zaman daha fazlasını öğrenmek istemişimdir. Röportaj sahnesini, Hasnat ve Mohamed ile olan ilişkisini, genel olarak onunla ilgili her şeyi sevdim. Bana 20 saat Diana ver, yine izlerdim. Aura'sı gerçekten çok ayrı; tatlı, doğal ve karizmatik bir kadın. Elizabeth Debicki hakkında ne düşünüyorum? Diana'nın mimiklerine, ceylan bakışlarına, cümlenin sonuna doğru değişen sesine vs. hepsine sahipti. Onun devamlı yalnız olduğunu ve acı çektiği görmek oldukça iç karartıcıydı. İnsanlar onu çoğu zaman kullanıyordu ancak o sadece sevilmek istiyordu... Herkese eşit davranması mesela; kendisi dünyaca ünlü, zengin bir PRENSES iken sıradan bir doktor olan Hasnat ile ilgilenmesi... "Eee yani?" diyebilirsiniz ama eğer bir prenses olsaydınız zaten o hastanede olmak istemezdiniz, olmazdınız. Az kalsın kaza yaptığı sahne? Çok erken, sevgili Netflix, çok erken. Neyi ima ettiğinizi görüyorum ve hoşuma gitmiyor.




"Couple 31" bölümünü çok sevdim, o bölümle ilgili her şeyi. Çift-aile psikolojisi dersleri almış bir psikoloğum, bu yüzden çiftlerin evliliklerinin ve kırılma noktalarının anlatılmasını görmek çok güzeldi. Hele ki Charles ve Diana arasındaki 15 dakikalık konuşma. AŞIRI İYİYDİ. En azından benim için. Bir saat izleyebilirdim. Boşandıktan sonra gerçek duygularından bahsetmeleri, evli kalma konusunda ne kadar baskı altında oldukları hakkında bana çok şey anlatıyor. 15 yıllık evliliklerinde olduklarından ya da bize gösterilen sahnelerden çok çok daha doğallardı ve anlaşıyorlardı. Diana'nın, Charles'ı gerçekten sevdiğini de gördüm. Kimin evliliği kurtarmaya çalıştığını ve kimin mahvettiğini görüyoruz zaten.


Diana'nın bulunduğu her sahnedeki yıkılmaz duruşu... "Aynen, göster onlara, hak ediyorlar" diye içimden bağırarak televizyonumun arkasındayım. Monarşiye karşı oy kullandığı sahne, skandal olan röportajı, kitabı için bilgi toplamaya gelen adama kelimenin tam anlamıyla her şeyi anlattığı sahne... Resmen kraliçeye gitti, "Selam, ben bir röportaj yaptım, size karşı konuştum çocuklar, hadi bay." demiş gibi oldu. Aklıma yatmayan şey, William'ın annesine karşı davranışıydı. Diana ve oğullarını her zaman ayrılmaz sevgi dolu bir üçlü olarak gördüm. Oğlanlar yanında hep gülümsüyor ve eğleniyorlardı ve o da onları eğlensinler diye alışılmadık yerlere götürüyordu. Bunları fotoğraf ve videolardan biliyorum. Eninde sonunda medyada böyleydi, gerçeği bilmiyorum/bilemiyorum. Ama kuvvetli bir anne-evlat bağının kameralara oynayacak kadar kolay ve suni bir şey olduğunu sanmıyorum. Peter Morgan'ın kaynağını nereden aldığını gerçekten bilmiyorum, umarım doğru değildir. Büyükannesini tercih etti bir de, çok garip. Harry de hiçbir yerde görünmüyor. William okuldayken o ne yapıyor? Ev boş görünüyordu, sanırım onu ​​unuttular? Zavallı Harry.





Şimdi biraz Mou Mou hakkında konuşalım. Bölümün akışı ve karakter gelişimi harikaydı. Sonunda gerçek bir Arap'ın bir Arap'ı oynaması güzel bir detaydı. Hani farklı milletten olurlar da yine de İngilizce konuşurlar ya, çok sinir oluyorum. Üzerine bir de kendi dilleri yokmuş gibi iki farklı miletten insanın birbirleriyle İngilizce konuşması, çok gıcık bir durum. Neyse ki The Crown'da böyle şeyler görmüyoruz, çünkü diğer devletlere saygımız var. Mohamed ve Dodi'nin kültürlerine daha aşina olduğum için daha ilk dakikadan itibaren empati kurabildim ve başarılarına nasıl ulaştıklarını merak ettim. The Crown'daki çoğu bölümde ayrıcalık ve zenginlik içinde doğmuş insanları izliyoruz, bu yüzden bunun gibi bölümler diziye nefes aldırıyor. Mohamed'in karakteri çok ilginç, o hırslı biri ama takıntılı bir şekilde. Dodi de ilginç biri, zengin bir adamın oğlunun bir film yapımcısı olmak isteyeceğini düşünmezsiniz. Mohamed, İngiliz kültürüne uymaya çalıştığı bölüm boyunca acınası gözüküyor. Takıntısı çok tuhaf ve gereksiz. Başka bir yerde doğup büyüdüğünüzde gittiğiniz kültüre bu kadar kolay uyum sağlayamazsınız ve Mohamed kadar da sağlamanıza gerek yok, bundan eminim. Her neyse, Birleşik Krallık'ta, gurbet ellerde başarıya ulaşabildikleri için mutluyum; bu gerçekten bir başarı öyküsü ve yaptığınız işte iyi olduğunuzda kültürün önemli olmadığının bir örneği. Dodi film yapmak istediğini söylediğinde, Mohamed'in tepkisi çok tanıdık geldi. Oğlunun bir iş adamı olmasını veya sosyal olarak kabul edilebilir bir yerde çalışmasını istediği halde "bir işe yaramayan" sanat yapmak istediğini öğrendi adam. Bizim toplum da böyle karşılar, üzücü. Sydney ile olan hikayeyi çok sevdim. Yine, Kraliyet Ailesi dışından biri, ekranda yaklaşık 20 dakika geçirmesine rağmen onlardan daha ilginç olmayı başardı. Öldüğünde, Kraliyet Ailesinden birinin ölmesine kıyasla daha çok üzüldüm. Ve bunu sadece 1 bölümde, 20 dakikayla başardı. Bölümün sonu da, aileden dışlanan Mohamed ve Diana'nın tanışıp dışlanmaları üzerinden bağ kurmalarını gösterdi. Sanırım aileden dışlananlar otomatik bir bağ oluşturabiliyor.





Baba-oğul ikilisi son bölümde geri dönüyorlar. Dönmelerine sevindim, çünkü işleri daha ilginç ve akıcı hale getiriyorlar. The Crown'un diyalog temelli tarihi bir drama olması gerekirken Mohamed ve Dodi etraftayken bölüm daha hızlı ilerliyor. Dodi'nin, bir kız arkadaşı olduğunu öğrendiğimde şaşırdım (hatta nişanlandılar); çünkü Diana ve onun şimdiye kadar tanışmış olmaları gerektiğini düşündüm. Trajik olayın yaşanmaya yakın olması ve hala tanışmamaları merak uyandırmadı değil. İnternetten baktım ve sanırım Dodi, Diana için nişanını bozmuş. Trafik kazasında Diana ile birlikte vefat ettiklerinde 2-3 aydır çıkıyorlarmış meğer. Bu, Diana'nın ölümüne çok çok yaklaştığımız anlamına geliyor. Gelecek sezon Diana, ilk bölümlerde vefat ederse şaşırmam. Son sahnelerde Diana'nın kendi ölümü için bavulunu hazırladığını bilmek beni oldukça duygulandırdı, yalan söylemeyeceğim. Teşekkürler Hans Zimmer ve Martin Phipps. Bir şey hissettiğimde, sahnelerin %80'inde arkadaki müzik oldukça iyi olmuş oluyor.


Who did the casting? I mean, wow.


Özetlemek gerekirse, (evet çok konuştum) bu sezonu da diğer sezonlar kadar beğendim. 3. ve 4. sezonlar benim için biraz daha iyiydi, ancak bunun nedeni, genç Charles ve Diana ile ilk kez tanışmanın verdiği heyecan olabilir. Artık onları, korkunç evliliklerini ve hikayeyi tanıdığımız için biraz daha az heyecan duyuyor olabiliriz. Zaten yıllar geçtikçe hikaye yokuş aşağı gidiyor. Bir başka eleştirim de dizinin Charles ve Diana'nın evliliğine ya da birey olarak onlara çok fazla odaklanmasıydı. Sanırım yarısından fazlası onlar hakkındaydı. Şikayet ettiğimden değil ama kraliçenin kendisine ne oldu? Önceki sezonlarda olduğu kadar ön planda olmadığını hissettim. O ve Philip'in bir partiye gelip 30 dakika dans ettikten sonra doğruca yataklarına gitmeleri oldukça ironikti. Parti onlar gittikten hemen sonra başlamış gibi görünüyordu ve sezon da tam olarak böyle geçti. Asıl drama (parti) onlar yokken yaşandı. Elizabeth bir ara hafif bir kıskançlık yaptı, hepsi bu. İkisi evleneli onlarca yıl olmuş, farklı yaşam tarzları olduğu aşikâr. Bunu şimdiye kadar anlamalıydın Elizabeth. Yine de bu kadar farklılığa rağmen upuzun bir süre evli kaldıkları için onları kutluyorum.


Ayrıca, Prens Andrew ve Sarah Ferguson arasındaki dramı görmek isterdim. Kraliçenin diğer çocuklarının boşanmaları ve evlilikleri öne çıkmadı hiç. Çocukların kendileri bile ön planda değildi. Arka planda bile değildiler. Sanırım işlenecek çok malzeme yoktu ancak daha az sezon yapıp daha az kazanarak bunun önüne geçebilirlerdi. Bunun olmayacağını bildiğimize göre, şimdilik yolculuğun tadını çıkarmaya bakıyorum. Daha fazla sezon yapsınlar, daha uzun süre keyif alayım, sorun değil. Şimdi lütfen biri beni durdursun, çünkü sonsuza kadar bu dizi hakkında konuşabilirim.







Su Evci

nsuevci@gmail.com

881 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page