top of page
Yazarın fotoğrafıHümeyra Fidan

OLDBOY: 15 Yılda Bir İnsan Ne Kadar Değişebilir?

Önce şunu soralım, on beş yılda dünya ne kadar değişebilir? Birdenbire kaçırılan ve dört duvar arasına kapatılan Oh Dae- Su için biraz değişebilir. Eşini öldürmekle suçlanır, Güney Kore on altı yıl sonra ilk başkanını seçer, Hong Kong Çinlilere teslim edilir ve kızı İsveç’e gönderilir. Birisi böyle bir deneyim yaşadığında, tartışmasız değişmiş bir insan olarak çıkacağı kesindir. Oh Dae- Su da farklı sayılmaz. Hapsedilmesinin ardındaki gizemi çözmek ve intikamını almak için son derece motive olmuş eğitimli bir katil olarak 15 yılın ardından o hapishaneden çıkar ve bir şekilde intikamını alır. Evet, böyle anlatınca kulağa basit bir intikam hikayesi gibi gelse de Oldboy, tasvir ettiği kavram nedeniyle değil, çırılçıplak soyduğu insan kalbinin derinlikleri nedeniyle çok güçlü bir filmdir.

Park Chan- Wook’un ‘’İntikam Üçlemesi’’ nin ikinci bölümü olan Oldboy, (Sympathy for Mr. Vengeance- 2002, Oldboy- 2003, Lady Vengeance- 2005) küresel ilgiyi Kore sinemasına çeviren, Güney Kore sinemasının tartışmasız şimdiye kadar yapılmış en dikkat çekici neo-noir aksiyon gerilim filmi, benzersiz estetiği ve ayrıntılı teknikleriyle hala tartışılan bir başyapıttır.


Filmdeki intikam teması ister istemez aklımıza -hiç değilse benim aklıma- ‘’Monte Cristo Kontu’’ nu getiriyor. Talihsiz Edmond Dantes gibi, Oldboy da bilmediği ve anlamlandıramadığı bir suç nedeniyle hapsediliyor. Kendi kendini eğitmeye çalışıyor, burada sadece Monte Cristo Kontu’nda her şeyi bilen Abbot Faria’nın rolünü Oldboy için odasındaki televizyon üstleniyor diyebiliriz. Ancak hapishaneden çıktığı anda, benzerliklerin bittiği nokta başlıyor.

Park Chan- Wook’un filmleri benzersiz ve muhteşem bir görsel stile sahiptir. Ancak kendisinin de belirttiği gibi, filmlerinde teknik kısım ikinci sırada gelir. Onun için her zaman ilk sıra, karakterlere ve hikayeye ayrılmıştır. Chan- Wook’un süreci yazı ile başlar ve görsel- işitsel arayışı senaryo tamamlandıktan sonra gelir. Yönetmenimiz her şeyden önce bir hikaye anlatıcısı olduğu ve filmlerinin her unsurunun hikayeyi en iyi şekilde desteklemesi gerektiği konusunda ısrarcıdır.

Bu şekilde, aynı adı taşıyan mangaya dayanan filmin senaryosu, sarhoşluktan tutuklanan ve kızının dördüncü doğum gününü kaçıran bir iş adamı olan Oh Dae- Su’nun hikayesine odaklanmaktadır. Aynı gece Dae- Su, ortada hiçbir neden yokken kaçırılır ve 15 yıl boyunca aynı odada yaşamaya zorlanır. Beklenmedik bir şekilde serbest bırakıldığında intikam almaya kararlıdır. Hapishaneden kaçtığı gece şef olarak çalıştığı bir suşi restoranında tanıştığı kıza (Mi- do) başından geçenleri anlatır ve bu kız nedensizce Dae- Su’na yardım etmeye karar verir.

Bu kombinasyon, Dae- Su’nun bir odada kapana kısıldığı ve kaçış anı olmak üzere birbirini takip eden iki sekans tarafından özenle tasvir edilmiştir. İlki, farklı bir art-house estetiğine sahip, çünkü tempo oldukça yavaş ve tüm sekans dört duvarın içinde, neredeyse hiçbir eylemde bulunmadan gerçekleşiyor. Yönetmen burada hapis cezasının Dae- Su’da yol açtığı sonuçları göstermeye odaklanıyor. Bunun tam aksine kaçtığı sahne, özellikle tek bir adamın onlarca rakibe karşı kazanması nedeniyle bir Hollywood filminden aksiyon sahnesi gibi göründüğü için kesinlikle ana akım teknikleri de barındırıyor.

Oldboy’un ana teması intikam olsa da yönetmenin asıl amacı, bir insanın en son noktaya ulaştığında neleri yapabileceğini ve insan hislerinin nereye kadar genişleyebileceğini gözler önüne serebilmektir. Filmde psikolojik açıdan ele alınması gereken birçok konu var, onları birazdan derinlemesine anlatacağım. Ancak filmdeki intikam duygusu için açıkça şunu söyleyebiliriz, aşağılama ve ardından gelen arınma kavramları ve bu sayede artan nefretin zincirleme tepkilerinin yarattığı bu duygu, bir eylem olarak değil, buna yol açan nedenler ve sonuçları üzerine şekillendirilmiştir. Film her açıdan şok edici ve kimine göre ‘’rahatsız edici’’ sahneler ve konsept içeriyor olabilir, bu doğru. Dae- Su’nun kaçırılmasından 15 yıl hapis cezasına çarptırılmasına, arkasındaki asıl nedene ve aradaki tüm sürece kadar oldukça şok edici. Ahtapot yeme sahnesi, (Bu sahnede, bir kez bile yaşayan birini görmeden 15 yıl boyunca kilit altında tutulmasının travması olarak Dae-Su’nun restorandaki kıza ‘’Canlı bir şey yemek istiyorum’’ dediğini ve kızın (Mi- do) ona canlı bir ahtapot verdiğini görüyoruz) çeşitli kanlı ve şiddet içeren sahneler, öz kızıyla yaşadığı cinsel birliktelik sahneleri ve bitiş sekansının tamamına kadar belki de dönemin izleyicilerinin kolay kolay sindiremeyeceği birçok sahneden dolayı zamanında çok fazla eleştiri de almıştır.

Ancak Chan- Wook kendine özgü karanlık ve ikonik anlatımını filme aktarmayı kusursuz şekilde başarmıştır. Bu zorlu sahnelerin tamamının üstesinden ustalıkla gelen Choi Min Sik’in de (Oh Dae-Su) bu karakteri kesinlikle çok iyi oynadığını düşünüyorum.

İKONİK DÖVÜŞ SAHNESİ Filmde gösterilen en ayrıntılı aksiyon sahnelerinden birisi de Oh Dae- Su’nun tek silahı bir çekiç olan, kaçmasını önlemek için bir dizi silahlı kişiyle yüzleştiği sahnedir. Sahne yönetmenin absürt mizah anlayışıyla başlar, çünkü Dae- Su çete üyelerine daha önce dövdüğü ve ekipten birisi olan bir adamı teslim etmeden önce çetedekilere kan gruplarını sorar. Daha sonra onlara saldırmaya devam eder. Evet bu sahneyi izlediğinizde içinizden ‘’hadi be oradan’’ diyebilir ve abartılı bulabilirsiniz belki de çünkü sonunda tek başına bir çekiçle koca çeteyi dövüp kazanmayı başarıyor, ancak burada önemli bir detay var o da şu ki, bu eylem bir süper kahraman edasıyla sunulmuyor. Burada anlatılmak istenen Dae- Su’nun benliğindeki öfke ve hırsın şiddetinin büyüklüğü.


Bu sahnede kameranın koridorun enine kesit görüntüsüyle yerleştirildiğini ve gergin bir ortam yaratıldığını görebiliyor ve hissedebiliyoruz. Neredeyse 3 dakika boyunca hiç kesilmeden aynı açıyla takip eden dövüş sahnesi, Chan- Wook’un mükemmeliyetçiliği nedeniyle üç günden fazla sürede çekilmiş. E değmiş mi buna? Evet değmiş diyebiliriz.

Chung- Hoon Chung’un sinematografisi, hikayenin karmaşıklığı ve Chan- Wook’un filme vermek istediği yoğun estetikle birleşince gerçekten harika sahneler ortaya çıkmış. Koridor sahnesinin yanı sıra Chung, izleyiciyi fiziksel olarak yormadan hikayenin akışına aşırı doğal bir şekilde uyum sağlayabilmesi için kasıtlı olarak gren ve yer yer parlak renkler kullanmış. Chan- Wook’un da buna ek olarak filmlerinde sıklıkla kullandığı titrek etki yaratan el kamerasından sahneler Oldboy’da da çokça mevcut. Bu sayede filmin doğrudan içinde hissederek dinamikliği yakalayıp aslında seyirciyi hikayeye dahil etme uğraşını da yakından görebiliyoruz.

PSİKOLOJİK ANALİZ

Bu filmin analizini bazı kavramlara değinmeden bitiremeyiz ne yazık ki… Çünkü filmin derinliklerinde her şeyden önce bu kavramlar var ve bu nedenle hepsi birer mihenk taşı Oldboy için.


İlk olarak ‘’Hipnoz’’dan bahsedelim. Hipnotik telkin kavramı Olboy’da çeşitli anlarda konuşulmakta ve kullanılmaktadır. Filmdeki olayların gerçekleşmesinin en büyük nedenlerinden birisi de budur. Bu nedenle izleyicilerin filmdeki olayları anlamlandırabilmek için hipnozun nasıl çalıştığını anlaması gerekmektedir. Filmde Lee Woo- Jin, Dae-Su ve Mi-do’ya bazı hipnoz seansları gerçekleştirerek birbirlerine âşık olmasını sağlıyor. Ve burada yaygın bilinen hipnozun aksine, bir cisimle hipnozdan bahsetmiyoruz. Dae-Su’nun 15 yıl boyunca ailesinden uzaklaştırılması, onun hipnozunun başlangıcı demekti. Çünkü kızını öyle bir unutması gerekiyordu ki bundan sonraki ilk görüşünde ona âşık olabilsin…

İkinci olarak Oedipus Kompleksi’nden bahsedelim. Özellikle filmde önemli yer tutan bir diğer kavram, Freudyen Oedipus Kompleksi’dir. Oedipus kompleksi, yine psikolojide, karşı cinsten ebeveynine karşı cinsel çekim hissetme dürtüsü olarak tanımlanmaktadır. Dae- Su ve Mi-Do ya da Lee Woo-Jin ve ablası arasındaki durum tam manasıyla Oedipus kompleksi olmasa da hissiyatın kökeni buna dayanmaktadır.

Son olarak değinebileceğim kavram ise, Psikanalizin Babası Sigmund Freud’un geliştirmiş olduğu bilinçaltı kavramıdır. Bildiğiniz üzere Freud insan zihnini 3 ana bölüme ayırmaktadır; id, ego ve süperego. Filmde de Dae-Su’nun benliğinin parçalara ayrıldığını ve bilinçaltının 15 yıllık mantıksız bir hapis cezasıyla patlamalar yaşayarak parçalara ayrıldığını görebiliyoruz.


Başlangıçta, birinin ona hapsedilmesinin nedenini söyleyeceğine hâlâ inanıyordu. Ancak, karısının öldürüldüğü haberini öğrendiğinde ve polisin televizyon raporunda cinayet olduğuna inandığı zaman, yakın çekimde kolundan bir karınca koşarak çıkmaya başladı. Kamera Dae-Su’nun şok olmuş yüzüne yakın çekim yaptığında, o yere düşene kadar yüzünden bir düzine karınca çıkmaya devam etti. Bu sahnede sürrealizmi görüyoruz. Karıncalar genellikle bir grup halinde hareket eder ve evlerini inşa etmek için bir yer ararlar. Bana göre karınca, filmde Dae-Su’nun korkusunu ve kafa karışıklığını temsil ediyor olabilir. Bu karıncalar farklı yöne gittiklerinde, durumu hakkında bir çözüm bulamadığını ve kafasının gittikçe karıştığını görebiliyoruz.

Tüm bunlara rağmen bu filmin ilişkileri sergileme konusunda güçlü bir özelliği var. Anlatılanın çelişkili ve genel ahlaka aykırı olmasına rağmen yine de izleyici olarak, karakterlere ve onları bu noktaya getiren durumlara sempati duymadan ve acımadan yapamıyorsunuz. İzleyicinin her şeyi zihninde ölçüp tartmasına rağmen acıma ve sempati duygusunu besleyebilmesi çok enteresan ve önemli bir nokta. İşte bunu hissettiğinizde, filmin başarıya ulaştığını da çok net şekilde anlamış oluyorsunuz. Bu nedenle Olboy için; suç davranışını motive eden intikamın ve şiddet yoluyla aşırı şok değerinin tanıtılmasının izleyici üzerinde kaçınılmaz bir etki bıraktığını, Park Chan-Wook için ise; film dünyasında başarılı bir şekilde dalgalanmalara neden olarak suç filmlerinin yapımı üzerinde kalıcı bir iz bıraktığını söyleyebiliriz.




95 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
bottom of page