
2010 yılında, Kadir Has Üniversitesi’nin bulunduğu Cibali’de, öğrenci bütçesine uygun yemek için gittiğimiz esnaf lokantasında kuru fasulye-pilav yerken sık sık sinema üzerine sohbet ederdik. Kamera lenslerinden tutun da izlediğimiz filmlere, sevdiğimiz yönetmenlere kadar her konu masaya yatırılırdı. Aramızda, üniversite sınavında derece yapıp taşradan bursla gelmiş bir arkadaş vardı. Bir gün, yine o lokantada, “Tek bir kişiyle görüşme şansım olsa David Lynch olurdu,” dedi. "Ne düşünüyor acaba, kafasından ne geçiyor" demişti. Bunu “havasına” söylememişti; öyle anlaşılıyordu ki onun için Lynch, sinemanın ötesinde bir figürdü. Şimdi 30’larımızın ortasındayız ve o arkadaş edebiyat dünyasında oldukça iyi bir noktada. Geldiği kasabada ya da köyde izlediği dünya sineması içinde en vurucu ismin Lynch olduğunu düşünüyorum ki, o güne kadar yaşamış kim varsa onların içinden bir Amerikalı yönetmeni seçmişti. Yani hikayesi artık enterasan gelmeyen bir ülkenin yönetmenini.
Başka bir alandan gelip başladığım sinema okulundaki arkadaşlarımın da takıntılı olduğu yönetmen ve filmlerin ortak kümesinde yine Lynch vardı. Herhangi bir uyarıcı almadan dünyadan kopmanın en “düşük bedelli” hâliydi, onun filmlerini izlemek. Gerçekten akıp giden bir Spielberg veya Nolan sineması, büyük kitleler için bir ihtiyaçtır ve sıklıkla tek formül olarak görülür. Lynch ise dünyanın aşırı gerçekliğinin çiğliği ve sıkıcılığını bambaşka bir dille sunar. Baştan sona bir Lynch filminin, o güne dek yaşadığınız entelektüel ve zihinsel süreçlerin bire bir karşılığı olduğunu söylemek zordur. Elbette Mulholland Drive veya Lost Highway üzerinden post-modern okumalar yapılacak, filmin asıl gayesi dışında anlamlar bulunacaktır. Bulunulmuştur da. Ancak bu tür filmleri “anlamaya çalışmanın” kendisi çoğu zaman anlamsızdır; çünkü söz konusu eser, öncelikle bir “his” sunar, duyguları hedef alır. Geleneksel bir bakış açısıyla izlerseniz, kopuk ve anlaşılmaz görüntüler yığını olarak değerlendirmeniz mümkün, buna da hak vermek gerekir.
Üstelik sinema gibi pahalı ve kolektif bir işin başarısızlık bedeli çok ağırdır. Çok az film, sonradan hak ettiği değeri bulabilmiştir. Hak ettiği değeri bulmayan filmleri sürdürmek de finansal açıdan neredeyse imkânsızdır. David Lynch, ekonomik açıdan ya ucu ucuna, ya görece düşük bir kârla ya da tamamen zararına film çekmiştir. Üretken bir yönetmen de değildir; toplamda 10-11 tane film yapmıştır. Büyük ihtimalle sinemadaki maddi başarısızlık, üretkenliğini doğrudan etkilemiştir.
Ancak şu an bu yazının kaleme alınmasına sebep olan ve sosyal medyada ölümüne ilişkin paylaşımlarla herkesin onu yad etmesini sağlayan motivasyon, Lynch’in kültürel anlamda yarattığı büyük etkti yüzündendir. Yakın zamanda The Exorcist ve French Connection gibi kült filmlerin yönetmeni William Friedkin öldüğünde pek konuşulmadı. Oysaki “iş” olarak, yapım şirketlerine muazzam gişe kazançları getiren ve Lynch’e oranla çok daha geniş kitlelere ulaşan filmler üretmişti. Yine de Lynch, kendi başına, filmlerinden de ayrı bir şekilde var olabildi ve varlığı bir çok sanatçıyı etkilemştir.
Nasıl etkilemiştir?
Art-house, post-modern, bağımsız filmleri “kategorik olarak sevme” gibi bir yaklaşım pek mümkün değil. Zaten bu kategoride, kötü öğrenci filmleri de dâhil olmak üzere, çok geniş bir yelpaze var. Kimsenin gönüllü olarak baştan sona deneysel film izleyeceğini sanmıyorum. Kameranın icadından günümüze her geçen gün daha fazla “film” üretiliyor. Sinemaya gidilmese bile, festivalleri ve çevrimiçi platformları dâhil ettiğimizde, geçen yıla kıyasla daha fazla ticari ve bağımsız film çekildiğini görüyoruz. David Lynch, bu art-house evrenin içinde sivrilmiş, aynı zamanda geniş bir izleyici kitlesi tarafından “izlenebilir” bulunan ender yönetmenlerden biri olarak ayrışıyor.

Muğlak ve rüyamsı “anlar” izleyicinin kendi tecrübelerini tetikler. Popüler kültüre ve diğer sanat dallarına da bu yaklaşım, kimi zaman dalga geçilerek, kimi zamansa övülerek yansımıştır; böylelikle bir “Lynch kültürü” oluşmuştur. “Sanatsal film abi işte” diyerek anlaşılmazlığı “derinlik” sanan filmler de çoğu zaman Lynch’e gönderme yaptığını iddia eder. Onun kadar “anlaşılmaz” veya “muallak” film üreterek başarısızlığa kılıf bulanlar çıkmıştır. Oysa Lynch filmleri, disiplinli bir “kaos” hâlidir; teknik açıdan ciddi hatalar barındırmaz, amatörlüğe yer vermez. Bağımsız filmlerin en büyük sorunu olan bütçesizlik Lynch söz konusu olduğunda pek geçerli değildir; çünkü Hollywood içerisinde kendine özgü bir özerkliği sağlamış bir yönetmendir. Bu sebeple Lynch sinemasında Hollywood ve art-house unsurları iç içe geçmiş hâlde görürüz. Onu “kült” yapan da budur. Gişe filmlerinde gördüğümüz oyuncuları, genelde az bir kesimin keyif alacağı filmlerde kullanmaktan çekinmez. Bu filmler, yüksek gişe beklentisiyle çekilip başarısızlığa uğramış yapımlar değil; ressamlığa da ilgi duyan bir sinemacının, David Lynch’in, kendi dünyasını yansıtan eserlerdir. Tablolarda tek bir anın kompozisyonu ve anlam gücü, sinema gibi hareketli bir ortama taşınınca farklı bir etki yaratır. Lynch filmleri de tam olarak bu nedenle farklıdır.
Ölüm
Yorumlar