top of page
Yazarın fotoğrafıÖmer Keleş

Korku Sinemasının Auteur Filmi: The Lighthouse (2019)

Güncelleme tarihi: 28 Kas 2023



The Lighthouse, 2019

A24 Films

Yönetmen: Robbert Eggers

Yazar: Robbert Eggers, Sam Eggers

Oyuncular: Robert Pattinson ve Willem Dafoe

Görüntü Yönetmeni: Jarin Blachke


A24 yapım şirketi tarafından dağıtımı yapılan “The Lighthouse” (2019), Robbert Eggers’ın filmografisindeki ikinci uzun metraj filmdir. İlk filmi “The Witch” (2015), üçüncü filmi ise “The Northman” (2022)’dir. Yapım aşamasında olan dördüncü filmi ise korku klasiği haline gelen “Nosferatu, Bir Dehşet Senfonisi” (1922)’nin yeniden yapımıdır.


Hikâye seçiminin tamamını, uyarlamalardan yapan Robert Eggers’ın tercihi; masallar, mitolojiler ve tarihi metinlerden oluşmaktadır. 2007’de ortaya koyduğu ilk kısa filmi, “Hansel and Gretel” aynı adlı Alman masalından uyarlanmış korku öyküsüdür. İkinci kısa filmi, “The Tell-Tale Heart” -ismiyle de öne çıkan- bir Edgar Allan Poe öyküsünden esinlenilmiştir. Üçüncü kısa film ise “The Witch” filmine bir hazırlık gibi görünen, tezimize karşı çıkabilecek tek örnek 2015 yılında ortaya çıkan “Brothers”dır. Bu film, diğer filmlerinden ayrılarak auteur okumasına daha açık olsa da bir tutarlılığı bozmakta ve Robbert Eggers filmografisinde, türü bakımından istisna olarak kalmaktadır. Çünkü Eggers, bu filminde iki erkek kardeş arasındaki otoriter yapıyı drama türünde ele alır. Bu otoriter yapıyı ve statüleri “The Witch” ve “The Lighthouse” filmlerinde de ele alan yönetmen için “Brothers”, sinema sanatını kişisel bir anlatı aracı olarak kullanmanın başlangıcı oluyor.


Yönetmen, The Lighthouse’da, Yunan mitolojisinde bulunan Prometheus ve Proteus karakterlerini temele alarak hikayesini anlatmaktadır. Prometheus, ateş sembolünde gösterilen bilgiyi, Yunan tanrılarından çalarak insanlığa veren titandır. Prometheus bu eylemi sebebiyle Zeus tarafından ömür boyu, karaciğeri bir kartala yedirilmek üzere cezalandırılmıştır. Proteus ise Poseidon’un oğlu olmasının yanında, Odysseia kitabında Homer karakteri tarafından söylendiği üzere “Old Man of The Sea” yani “Denizin Yaşlı Adamı” olarak tanınmaktadır. Denizin Yaşlı Adamı’nın bazı zamanlar bir adada bulunduğu ve şekil değiştiren olduğu da bilinmektedir. Tüm bu bilgiler ışığında Thomas Wake’in (Willem Dafoe) Proteus, Thomas Howard’ın (Robert Pattinson) ise Prometheus olduğunu söyleyebiliriz. Filmin karelerinden birisinde, bu mitten hazırlanmış bir sahne vardır. Bu sahnede martılar Thomas Howard’ın karaciğerini yemektedir.


Robert Eggers, Lighthouse’da önceki filmlerinde gördüğümüz otoriteyi ve statüyü ele alıyor. Kuzey Amerika’dan dört haftalığına, para kazanma amacıyla deniz fenerine işçi olarak gelen Ephraim Winslow (Robert Pattinson), uzun yıllar deniz fenerinde çalışmış olan Thomas Wake (Willem Dafoe)’in boyunduruğu altında çalışacaktır. Wake ilk günden, otoritesini ortaya koyar ve Winslow’a birikmiş işleri yapması gerektiğini söyler. Winslow herhangi bir karşı argüman olmaksızın zor işleri başarı ile yapar. Süreç içerisinde Winslow sürekli olarak Wake’i ve deniz fenerini izlemektedir. Wake, Winslow’u deniz fenerine yaklaştırmaz ve deniz fenerinin kendi işi olduğunu söyler. Winslow ve Wake akşam yemeğindeyken, Wake’in eski iş arkadaşının akıl sağlığını yitirdiği ortaya çıkar. Wake, Winslow’un martılar tarafından rahatsız edildiğini fark etmiş ve onlara asla ve asla zarar vermemesi gerektiğini sert bir söylemle vurgulamıştır. Winslow, deniz feneri ve işler hakkında eleştirildiğinde sinire kapılmakta ve Wake ile çatışmaktadır. Otoriteye karşı çıkmanın ilk adımları olarak görürüz bu sahneleri. Wake de sürekli olarak vurguladığı konumu ile Winslow’u statüsüyle ezer. Sahnenin mizanseni de bu otoriter yapıyı göstermek için Wake üst açıyla bakacak şekilde tasarlanmıştır. İlerleyen zamanda Winslow bir martıyı öldürecek ve bir ara görüntü ile rüzgâr tersine dönecektir.

Bu dönüm noktası Robert Eggers’ın filmografisinde tekrar eden ve birçok korku filminin aksine, filmin orta noktasında meydana gelmektedir. Martının ölümü, karakterin bir şeylere karşı direniş gösterdiğini ifade etmekle beraber hikâyenin de karaktere karşı direniş göstereceğini belirtir. Çünkü Wake günler önce Winslow’u uyarmış, martının kutsal bir değeri olduğunu belirtmiştir.


Winslow, karşı çıktığı zamanlar olsa da sinirini yatıştırmakta ve Wake’in sözlerine aldırış etmemektedir. Ona prosedürü anlatmış olsa da Wake’in bunu umursamadığını fark etmiş, dört haftalık zamanın geçmesini beklemeye çekilmiştir. Winslow zor şartlar altında bütün işlerini ve geçen zamanda Wake ile zararsız bir iş arkadaşı ilişkisi oturtmuştur. Dört haftalık süresi geçmiş, hazırlığını yapmış ve gemisine binmek için iskele tarafına gitmiştir. Ancak gemi gelmez. Rüzgâr tersine döneli çok olmuştur ve Winslow bahtsızlığa mahkumdur. Büyük bir fırtına çıkar ve bu fırtınada Winslow ve Wake, adadaki kulübede mahsur kalırlar. Geçen zamanda, birlikte şarkı söyler, tartışır ve kavga ederler. Bu sahnelerde bir adada mahsur kalan iki kişinin çatışması Willem Dafoe’nun tiratlarındaki performansı ile başarılı bir dramaya ulaşır. Diyaloglar; denize, tanrılara ve deniz fenerine ait kutsal sözlere benzer. Dafoe, İngilizce aksanı ve ses rengi ile şiirsel diyaloglarına kaotik bir ritim katar. Oyuncunun bu karakteristik özelliği, yönetmenin ilk filminden gördüğümüz William karakteri ve üçüncü filmindeki Amleth, King Aurvendil karakterleri ile uyum içerisindedir.

Robert Eggers’ın filmografisindeki oyuncu ve ses karakteristiği göz önüne çıkmaktadır. Çünkü oyuncu performansına dayalı bir anlatı kurmakta, oyuncuyu öne çıkaran bir dramaturji hazırlamaktadır. Oyuncular yüksek ses tonlarına çıkar, bozuk tonlar oluşturur ve dramatik performans vermeye şans bulurlar.


Winslow ve Wake, mahsur kaldıkları günlerde sarhoş olur ve sohbet etmeye başlarlar. Winslow’un gözünde Wake’in statüsünün bir önemi kalmamıştır. Arkadaş olarak görür ve ona hikayesini anlatır. Winslow’un ilk adı gerçekte tıpkı Thomas Wake gibi Thomas’dır. Ephraim Winslow adlı bir adamı öldürmüş ve onun adını alarak bu iş fırsatını değerlendirmiştir. Bu arka plan hikayesi Robert Eggers’ın gri karakterler ilkesi için oldukça iyi tasarlanmıştır. Hikayenin yapısıyla tutarlılık içinde olmasının yanında, karakterin tartışılmaz günahını göstermektedir. The Lighthouse dahil, Robbert Eggers’ın hiçbir filminde iyi, masum, temiz, beyaz bir karakter bulunmaz. Her karakter iyilikle kötülük arasındadır, kirlenmiştir.

Thomas Howard (Robbert Pattinson) adada mahkûm kalmakla akıl sağlığı hakkında şüphe duymaya başlar. Sandalı alıp denize açılmak istese de sandalı çekerken Wake gelip sandalı parçalar. Howard, harap olmuş halde eve kaçar. Wake elinde balta ile gelir. Howard, martı öldürdüğünü itiraf eder ve delicesine hareketlerde bulunur. Wake, Howard’a aklını yitirdiğini söyler. Howard, Wake’in manipülasyonlarını anladığını, artık özgür olduğunu söyler. Wake, konuşmaları ile Howard’ın aklıyla oynar. Bu sahnelerin tamamı Wake’in Howard üzerinde kurmuş olduğu otorite ve Howard’ın gün geçtikçe ezilmekle aklını yitirmesini anlatıyor. Sahnelerin kurgusu da bu akıl yitirmesinde karakter ifadelerini göstererek hikaye anlatımına destek çıkıyor. Fırtına ardından, sular içindeki evde Howard, Wake’in çalışanlar hakkında yazdığı raporu görüyor. Bu raporda Howard için hiç çalışmadığı, geçimsiz olduğu ve parasının ödenmemesi gerektiğini söylüyor. Bunu gören Howard büyük bir patlama yaşayarak Wake ile çatışmaya başlıyor. Bu sahne Wake’in otoritesini yerle bir edecek sahnelerin başlangıcı oluyor. Wake’i bir köpek gibi gezdirip mezarın içine sokuyor, üstüne toprak atıyor. Bu sahnelerde filmin başlarında görmüş olduğumuz üst açı bakışı Howard’a geçiyor. Howard üzerine toprak attığı Wake’in toprağını kaldırıp boynundaki fener anahtarını alıyor. Anahtarlarla eve giren Howard’ın peşinden baltasıyla Wake geliyor ve onu omzundan vuruyor. Howard yanındaki demlik ile Wake’i deviriyor. Wake’in yere düşürdüğü baltayı alıp yerde yatan Wake’in başına vuruyor. Bu sahnede Howard'ın bütün iradesi ve otoritesi ile Wake’i alt ettiğini alt açıdan bakarak izliyoruz. Howard’ın üstünlüğünü gösteren bu çekimde, arkadaki pencereden vuran ışık sebebiyle gölgede kalan bütün vücudu ve sağdan vuran dolgu ışığı ile oldukça az aydınlanan yüzü dramatik etkiyi başarı ile sağlamış.

Wake’ten kurtulan Howard, anahtarı alıp sendeleyerek deniz fenerine gidiyor. Deniz fenerinin kapağını açan Howard, ışık kaynağını görünce rahatlamaya başlıyor. Eliyle dokunuyor ve çığırtkan bir bağırış ile bilginin verdiği tatmini yaşıyor. Tatmin ile arkasına düşen Howard, deniz fenerinin merdivenlerinden yuvarlanıyor. Ve sahil kenarında yatan Howard’ın karaciğerini martılar yiyor. Bu sahne Prometheus öyküsünün bir uyarlaması olması yanında, karaciğerin yenmesi Yunan mitolojisinde insanın duygularının merkezinin yok edilmesi anlamına da gelir.


80 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
Couldn’t Load Comments
It looks like there was a technical problem. Try reconnecting or refreshing the page.
bottom of page