97. Akademi Ödülleri adaylıklarına damgasını vuran filmlerden Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez’i (A Complete Unknown) sonunda izleme fırsatını buldum! Öncelikle, filmle ilgili beklentilerim büyüktü, çünkü sevdiğim üç şeyi birleştiriyordu: biyografik filmler, müzik ve Timothée Chalamet. James Mangold’un yönetmeni olduğunu duyunca daha da heyecanlandım, ne de olsa Old Man Logan’ı beyaz perdeye mükemmel taşıdığı için minnettarım. Ancak maalesef film beklentimi karşılamadı.
Bob Dylan benim için filmin adı gibi tam bir bilinmezdi. Neden bilmiyorum ama daha önce ilgimi çekmemişti, hakkında hiç araştırma yapmamıştım. Hayatı hikayesi nedir, hangi şarkıları var, nerelidir, nedir, ne değildir, bilmiyordum. Şu an yaşıyor olduğunu bile yeni öğrendim. Bu yüzden onun hakkında daha fazla bilgi edinmek ve onu tanımak için bu filmin iyi bir fırsat olacağını düşündüm. Peki amacıma ulaştım mı? Pek sanmıyorum. Film 1960 yılında başladı ve yanılmıyorsam 1965 yılında bitti. Kalan 60 senede ne yaptı ve neden görmedik mesela? Bir biyografik film klasiği olarak sonda çıkan yazılarda bir sürü albüm daha yaptığını ve Nobel aldığını vs öğrendim. Konserlerden kıssaydınız belki bunları görebilirdik Mr Mangold ve ekibi. Walk the Line’da aynı şarkıları dinlemişiz zaten. Ama sanırım Bob Dylan’ı yeteri kadar tanıtmadıklarından onlar da haberdar, çünkü Bob filmi izledikten sonra bile tam bir bilinmez. İki tane anlam çıkarabilirim buradan: hem Bob’un kendisi bir bilinmez hem de film onu bu yönüyle gösteriyor ve detaylara inmiyor. Filmle ilgili röportaj vs henüz izlemedim, belki de amaçları Bob Dylan yerine folk müziği tanıtmak ve kutlamaktır. Çünkü filmin ana teması nedir diye sorulursa, Bob Dylan’ın folk müzik erası diye yanıtlarım.

Film için Folk o kadar önemli ki, film boyunca bu türde müzik yapan bir sürü sanatçı görüyoruz. Sadece cameo olarak da kullanılmamışlar, yardımcı karakterler olarak bize eşlik ediyorlar. Yani Bob Dylan dışında Pete Seeger, Joan Baez, Woody Guthrie, Johnny Cash, Bob Neuwirth gibi sanatçıları da izlemiş olduk. Ne yalan söyleyeyim, filmin bu yönünü sevdim. Ancak bu kadar folk sanatçısına yer verilmesi de folk filmi tespitimi kanıtlıyor gibi. Aslında filmde yeteri kadar Bob Dylan vardı, ekran süresi iyi ayarlanmıştı diyebilirim. Asıl sorun şu idi; Bob ekranda olduğu zamanlarda kendisi hakkında bir şey öğrenmiyorduk. Ya şarkı besteliyor, söz yazıyor, gitar çalıyor ya da kız arkadaşlarından biriyle takılıyordu. Neredeyse bir derinliği yoktu diyeceğim. Bahsettiğim yardımcı karakterler hakkında bile Bob ile aşağı yukarı aynı miktarda bilgiye sahibim. Film Bob’a ne kadar yer verirse versin Folk müziğin daha çok öne çıkması bu yüzden sanırım.
Edit: Biraz araştırmadan sonra A Complete Unknown’ın Bob’ın elektrikli gitara geçişiyle ilgili tartışmalara odaklanan bir film olarak planlandığını öğrendim. Hatta adı neredeyse “Going Electric” bile oluyormuş. Yine de çok mantıklı bir karar olmadığını düşünüyorum. Bob’ı bu kadar iyi canlandıran bir oyuncu varken neden hayatının sadece 5 yılına odaklanmayı seçtiler? Sadece bu yıllarda aktif olsa tamam diyeceğim ama adamın biyografisi dopdolu…
Karakterler
Belki de film beklentimi karşılamadı derken Bob Dylan’ın kendisinden bahsediyorumdur. Çünkü filmde Bob, çok konuşmayan, ketum, tişört değiştirir gibi kız arkadaş edinen, aldatan, kendi bildiğini okuyan, folk dinlemek için gelen folk festivalindeki bir sürü insana yeni şarkılarını tanıtmaya çalışan, hakkında fazla şey bilinmeyen, kendini beğenmiş, esrarengiz bir adam olarak tanıtılmış. Anti-hero olarak tanımlamaya çalışsam, bu şekilde sevmeye çalışsam diye düşündüm, ama elle tutulur pozitif bir özelliğinin de gösterildiğini düşünmüyorum. Böyle bir tanımlama yapabilmek için bile onu filmde yeteri kadar tanıdığımızı düşünmüyorum. Onun hakkında öğrendiğimiz şeylerin çoğu negatif. Yani filmden çıktığınızda onu sevmek için bir sebebiniz olmuyor. Sinemadan çıktığımızda arkadaşlarımla Bob’ın ne kadar “pislik” gibi davrandığı hakkında hemfikirdik. Pozitif birkaç sahne de görmedim değil; Woody’e ithaf ettiği şarkısı ve savaş hakkındaki şarkıları, aslında çok öyle gözükmese de istediği zaman umursayabilen biri olduğunu gösteriyordu. Ama bunu sadece şarkıları üzerinden yapıyordu.

Yardımcı karakterlerden Joan Baez ve Johnny Cash en çok ilgimi çeken sanatçılar oldu. Bob kariyerine yeni yeni başlarken onlar çoktan şöhret olmuş, sahne alıyorlardı. Müzik türünü çok sevmesem de Joan’ın sesini ve tarzını sevdim. En önemlisi Bob’ın saçmalıklarına boyun eğmemesi ve Sylvie gibi biraz “lovesick” olmamasını sevdim. Tabii bu duruma, ekonomik özgürlüğünü kazanmış olması, kendi öz değerini şöhret ile pekiştirmiş olması gibi etkenler katkıda bulunmuş olabilir. Özellikle de dönemin şartlarına bakarsak. Joan ile Bob’ın zıt karakterlere sahip olduğunu düşünüyorum. Bu özellikleri de sahnelere yansıyor. Bob ne kadar kafasına estiği gibi davranan, umursamaz, kendini beğenmiş marjinal bir sanatçı gibi davranıyorsa Joan da o kadar özenli, düşünceli ve geleneksel bir sanatçı.
Bir sahnede yine ikisi turneye çıkmış, düet yapıyorlardı. Joan (şu an hangi şarkı hatırlamıyorum) seyircinin sevdiği, klasik parçalardan birini çalmak istiyordu. Bob itiraz etti ve seyirci doğal olarak yuhalamaya başladı. Sanırım en sonunda Bob sahneyi terk ediyordu, Joan ise seyirciye istediklerini kendisinin verebileceğini söyleyip, isteklerine saygı duyduğunu gösteriyordu. Ki olması gereken de buydu. Halk doğal olarak en bilinen, sevilen şarkıyı istiyordu. Bir sanatçı olarak, belki de sadece o şarkı için onca yolu tepip gelen insanlara istediklerini vermesi gerek. Düşünebiliyor musunuz, Michael Jackson konserine gidiyorsunuz, “Thriller, Beat It” gibi şarkıları söylemiyor, onun yerine, “Yeni albümüm çıkıyor, onları söyleyeceğim” diyor. Tabii ki yenileri de söyleyecek, ancak, onu buralara getiren, en sevilen şarkıları söylemeden konseri bitirirse, Bob Dylan’ın yaşadığı gibi bir kaosa hazır olsun.

Joan’ın kral(içe) hareketlerinden bir tane daha söylemeden geçmeyeyim; Bob film boyunca bir Sylvie bir Joan ile takılıyor. Kısa bir zaman atlaması var, o sırada iyice şöhrete kavuşuyor, ne Joan ne de Sylvie ile görüşmüyor. Sonra gecenin bir yarısı Sylvie’nin evine dalıyor, onu uyandırıyor, ancak sevgilisi var. Baktı buradan hayır yok, bu sefer Joan’a gidip onu uyandırıyor. Joan onu içeri alıyor ama Bob onunla ilgilenmiyor, Joan’ın gitarını tıngırdatıyor. (E niye geldin o zaman? Tamam, madem geldin, niye kızın uyumasına izin vermiyorsun?) Bob, Joan’dan azarı yiyor tabii ki ve kovuluyor.
Biraz Johnny Cash’ten bahsedeyim. Henüz izlemedim ancak James Mangold, Johnny’i daha önce bize Walk the Line’da tanıtmıştı. Mangold’un Johnny Cash hayranı olduğuna dair şüphem yok artık :) Zaten filmde de havalı ve efsanevi bir sanatçı gibi yansıtılmış. Gibi derken, yanlış anlaşılmasın, nasıl göründüğünden bahsediyorum. Yoksa Johnny’nin nasıl bir sanatçı olduğuna dair hiçbir fikrim yok, olamaz da. Çünkü sevdiğim ve bilgisine sahip olduğum bir sanatçı/alan değil. Filmde Bob’a yol gösterici, akıl hocası gibi bir işlevi vardı. Aralarında mektuplaşıyorlardı. Bu dinamiği sevdim. Ancak bir şeyi çözemedim. Bob elektro gitar ile yeni müzik yapmak istediğini söyleyince Johnny ona destek vermişti. Ancak folk festivalinde onaylamıyor gibi gözüküyordu. Belki de tepkiden dolayı fikrinden vazgeçmiştir.
Pete Seeger ve Woody Guthrie’ye de filmde Bob’ın örnek aldığı akıl hocaları diyebiliriz. Onlar hakkında filmdeki rollerinden keyif aldığım dışında söyleyecek çok bir şeyim yok. Belki folk müziğe aşina olsam bu sanatçıların canlandırıldığını görmek daha çok şey ifade edebilirdi. Filmden bir örnek daha vereyim, Bob bir ara asansörde tanımadığı biriyle sohbet ediyordu ve sohbetlerinden anladım ki o da bir sanatçı. Ben de merakla bekledim kim olabilir diye. En son kendisini Bob Neuwirth olarak tanıttı, ama bu isim bana hiç tanıdık gelmedi. Google’dan bir bakayım dedim, yine hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Tanıdığım biri olsa belki daha çok şey ifade edecekti. Mesela 2018 yapımı Bohemian Rhapsody’deki Bob Geldof ya da Live Aid sahnesinde sahneye çıkmak üzere olan sanatçılar gibi...

Müzik
Film arasında arkadan birinin “Müzik dinlemek istesem YouTube’dan açar dinlerdim, boşuna çekmişler” dediğini duydum. Katılıyorum, açıkçası. Bu kadar şarkı dinlememize gerek var mıydı? Tamam, müzisyen bir adamın hikayesini izliyoruz ama sonuçta bu bir film, konser değil. Bir müzikal-sever olarak ben bile bunu diyorsam, bir sorun vardır. Bahsettiğim şarkılar sahne geçişleri arasında kullanılabilirdi, çok daha zevkli olurdu. Ancak oturduk ve bir düzine konser izledik… Şarkıları başarılı kullanan Bohemian Rhapsody'den örnek vereceğim yine. 15 stüdyo albümünden toplamda 188 şarkısı bulunan Queen’in en güzel şarkılarını alıp sahne geçişlerinde kullanmıştı. Filme 3 Queen şarkısıyla girip 24 Queen şarkısıyla çıkmıştım. Davullarına bira döktükleri konserleri, şarkılarını kaydettikleri stüdyo seansları, I Want to Break Free klibi ve Freddie’nin partilediği Another One Bites the Dust sahnesi gibi farklı şarkıları farklı sahnelerde kullanmışlardı. Bunu da dozajında yapmışlardı, şarkının hepsini duymamalıyız ki merak edip devamının evde dinleyelim. Bu şekilde çok daha akıcı, ilgi çekici bir filmdi. A Complete Unknown’da o dinamik görüntüleri görmek isterdim, gitarıyla 10 dk boyunca şarkı söyleyen Bob Dylan’ı değil…
Belki de 60’lı Folk şarkılarını sevmediğim içindir ancak filme birkaç Bob Dylan şarkısı sevme beklentisiyle girdim. Hiçbiri aklımda kalmadan çıktım. Hepsi birbirine benziyordu. (Özür dilerim boomerlar) Yine Bohemian Rhapsody karşılaştırması yapacağım ama, Queen de sevgili boomerların jenerasyonundan bir grup ne de olsa. İki film de her iki müzisyenin kariyerleri açısından önemli bir konseriyle bitti. Ancak sadece birinde bir kere bile saatime bakmadım ve tıpkı bir konserde gibi şarkılara eşlik ettim. Dediğim gibi, belki de türü sevmediğim içindir.
Edit: Bob hakkında bu filmden bir şey öğrenemediğime göre, internette biraz araştırma yaptım ve her ne kadar müzik tarzını çok sevmesem de şarkı sözlerini sevdiğimi belirtmek isterim. Bob Dylan’ın bir şair ve şarkı sözü yazarı olarak değerini göz ardı edemem. Ek olarak şarkılara ısındım ancak hala açıp dinleyeceğimi düşünmüyorum.
Performanslar
Performanslar konusunda eleştireceğim bir şey yok. Timothée zaten fiziksel olarak Bob Dylan’a epey benziyor. Timothée’nin gerçek hayattaki sesini ve tavırlarını bildiğim için, oyunculuğunu takdir ettim. İçine doğru burundan konuşması, aksanı, Bob’ın umursamazlığını, coolluğunu yansıtabilmesi jenerasyonumuzun en iyi oyuncularından biri olduğunu kanıtlıyor. Bunun üstüne filmdeki bütün şarkıları kendi söylemiş, gitar ve mızıkayı kendi çalmış. Hatta çoğu performansı da sette canlı olarak söylemiş. Filmin gitar koçu Larry Saltzman Timothée’nin Bob’ın eşi benzeri olmayan sert ve dağınık gitar çalışını öğrenmek için oldukça sıkı çalıştığını söylüyor. Filmin ses miksajcısı ise Timothée’nin Bob’ın vokal tarzını doğru canlandırabilmek için sesini çeşitlendirdiğini söylemiş. Son olarak yönetmen James Mangold, Timothée’nin filme olan bağlılığını göstermek için sette arkadaşlarıyla veya ziyaretçilerle iletişim kurmadığını ve çekim olmasa bile sette "Bob" olarak çağrıldığını söylüyor. 2019’dan beri bu film için çalışmaları sıkı çalışmanın ve yeteneğin başaramayacağı şey olmadığını gösteriyor.
Timothée’nin kariyerini de iyi yönettiğini düşünüyorum, 29 yaşında olmasına rağmen 4 tanesinde başrol olduğu, 7 En İyi Film Oscar’ına aday olan filmde oynamış. Başka kim 29 yaşında filmografisinde Interstellar, Call Me by Your Name, Lady Bird, Beautiful Boy, Little Women, The French Dispatch, Dune, Don’t Look Up, Dune 2, Wonka, A Complete Unknown gibi filmlerin olduğunu söyleyebilir ki? Sadece 10 senedir aktif olarak oyunculuk yapıp bu kadar başrol alabilmesi ve prestijli ödüllerden adaylıklar alabilmesi büyük bir başarı bence. Tiyatro geçmişi de olduğunu söylemeden geçemeyeceğim, YouTube’daki performanslarını izlemeye bayılıyorum. Görünüşüyle tipik bir frat boy olacağını zannediyorsunuz ancak Dune gibi filmlerde öyle devleşiyor ki. Lisan al Gaib olduğuna inanası geliyor insanın. Timothée’yi de abartmayı bitirdiğime göre diğer performanslara geçebilirim.

Beni şok eden asıl Edward Norton oldu. Filmin yarısına kadar o olduğunu bile anlamadım. Ne zamanki Google’dan cast listesine baktım, o zaman anladım. O da tesadüfen oldu, yoksa “Edward Norton mu acaba” demedim, bir şüphem yoktu. Bir insan bu kadar mı iyi Southern tatlış amca rolüne bürünebilir! (Özür dilerim Pete Seeger) İkinci yarıda her sahnesinde kendi kendime “Bu nasıl Edward Norton yaa” dedim. Bu rolde bir başkası olsa büyük ihtimalle o kadar şaşırmazdım, örneğin Hugh Jackman, adamın kendisi zaten şeker gibi. (O da kendini Logan gibi vahşi bir karakteri iyi oynayarak kanıtlıyor) Ama Norton olunca hayrete düştüm. Normalde kendisini sempatik bulmam, çünkü yer aldığı filmlerde genelde tehditkâr ve soğuk gözükür. Bunu bir Reddit postunda güzel açıklamışlar, aslında ekranda fiziksel varlığı güçlü olan biri değil, ama gerektiğinde devleşebiliyor. Ve bunu ruhsuz adam, tehditkâr adam gibi altından kalkması zor olan rollerdeyken yapabiliyor. Aslında Timothée de öyle, onun fiziksel görünüşünden, duruşundan ve beden dilinden farklı anlamlar çıkarabilirsin, ancak oynamaya başladığında farklı birine dönüşür. Sadece o daha duygusal erkekleri oynuyor. Norton’a dönersek, bu filmde bir 360 derece yaparak negatif özellikli adamlar yerine pozitif bir adamı canlandırmasıyla geniş bir oyunculuk yelpazesine sahip olduğunu kanıtlıyor bence. Norton, Pete Seeger olarak oldukça sakin ve güven verici biri. Folk müzikten vazgeçmeyecek kadar da geleneksel bir tip. Bu da Norton’ın ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu gösteriyor bize.
Joan Baez rolünde Monica Barbaro da başarılıydı. Gerçek fotoğraflarla karşılaştırdığımda Monica, Joan’a epey benziyor. Tabii ki sadece benzemek de değil, oyunculuğunu ve şarkı performanslarını da takdir ediyorum. Yine Timothée gibi performansların ona ait olması da yeteneğini gösteriyor. Monica’ya ek olarak Edward Norton ve Johnny Cash rolünde Boyd Holbrook da kendi çalıp söylemiş. Timothée, Edward ve Monica, 3’ü de oyunculuklarıyla şu an Oscar adayılar. Kazanacaklarını düşünmüyorum çünkü başka performanslar daha çok öne çıkıyor ama yine de adaylığı hak ettiklerini düşünüyorum. Son olarak Woody Guthrie olarak Scoot McNairy’nin de diyalog olmadan rolünü on numara oynadığını söylemeden geçmek istemem.
Son Olarak
İncelemenin sonuna gelirken, bazı filmlerin kimin için olduğu önemlidir, bundan bahsetmek istiyorum. IMDB’de şu yoruma baktığım zaman, fragmanı gözleri dolarak izleyen, şarkıları defalarca dinlemiş olup filmi izleyen, filmdeki zaman aralığında yaşamış olan insanların filmden daha çok keyif aldığını görüyorum. Bu çok normal, çünkü işin içine nostalji faktörü de giriyor. Ancak sadece nostalji de değil, bu insanlar gerçekten folk müziğini ve Bob Dylan’ı seviyor. Ve bu film tam da onlar için yapılmış bir film. Belki Queen’in müziğini sevmeyebilirsin ama Bohemian Rhapsody filmini büyük ihtimalle seversin. Ama A Complete Unkown’a yüksek puan verecek kadar sevebilmen için sanırım biraz yaş almış olman gerekiyor.
Yanlış da düşünüyor olabilirim, bilmiyorum. Ama bir boomer'ın Z kuşağına oranla filmden daha çok zevk alacağını düşünüyorum. Bu Z kuşağının eski müziklerden keyif alamayacak kadar sığ olduğu anlamına geliyor? Kesinlikle hayır. Sadece filmin temposu, müziklere ne kadar yer verdiği, Bob’ı yeteri kadar tanıtmaması (Eski jenerasyonlar onu zaten tanıyor) gibi etkenler bu düşüncemi destekliyor. Hatta folk'un bilinirliği ve kimler tarafından sevildiği de bir etken. Pop ve Rock gibi günümüzde de varlığını sürdüren türler Z jenerasyonu tarafından seviliyor. Ancak Folk, Country, Blues gibi türler hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Şimdi boomerlara Miss Americana’yı izletin bakalım sevecekler mi :)

Bob Dylan’dan ayrı olarak filmden çıkarabileceğim şeyler var mı? Evet. Yeni konseptlerin doğuşunun, değişimin nasıl bir yol olduğu, sanatçıların kalıplara konmak istememesi ve özgürlüğünü ilan edebilmesinin ne kadar doğru olduğu gibi temalardan bahsedebilirim. Film bu soruları sorması ve beni düşünmeye sevk ettiği için benden artı puan alıyor. Festival sahnesini izlerken aslında Bob’ın tarafını tutuyordum, yeni sanatçılar ve konseptler ortaya çıktıkça Bob’ın aynı kalmak istememesi çok normal. Ancak sonra düşünüyorum ki yeni müziği tanıtmak için Folk Festivali doğru bir yer değildi…
Her ne kadar performanslar müthiş olsa da, Bob Dylan'ın 1960-1965 arası yaşadığı olaylar anlatılmaya değer miydi, emin değilim. Bahsettiğim gibi daha kapsamlı bir biyografi filmi yapılabilirdi. Duygusal olarak sizi etkiliyor mu? Belki 60 yaşındaysanız. Verdiği mesaj değerli mi? Bir noktaya kadar, o da 60'lı yılların ünlü sanatçılarının deneyimleriyle ne kadar bağlantı kurabiliyorsanız.
Genel Puan: 2.5/5
Hikaye: 3/5 Performans: 5/5
Sinematografi: 3/5
Yönetmenlik: 3/5
Kurgu: 3/5
Müzik: 3/5 (TAMAMEN SUBJEKTİF)
Temalar/Mesaj: 3/5
Duygusal Etki: 2/5
Tekrar İzlenebilirlik: 2/5
Eğlence Değeri: 2/5
Yenilikçilik/Yaratıcılık: 2/5 (I'm Not There ve Walk the Line?)
Yazan: Su Evci
Kaynakça
TodayShow. (2024, December 30). Is Timothée Chalamet really singing in new Bob Dylan biopic “a complete unknown”? TODAY.com. https://www.today.com/popculture/movies/timothee-chalamet-sing-guitar-a-complete-unknown-rcna185787
Comments